Sunday, February 08, 2009

Onlar asla olmez asla yenilmez

Arkadaşlardan dinledik , Yasin Ailesinin bil cümle hikâyesini: 
Yasin, Akhisar'lı Çalkım ailesinin ikinci çocuğudur. 
Baba Sinan Bey çiftçidir. 
Bir aralık bakkal dükkânı da çalıştırır. 
Yasin, orta okulu birincilikle bitirir. 
Başarısından dolayı, 23 Nisan'da çocuk belediye başkanı olarak arkadaşlarını temsil eder. 
Liseyi de aynı başarıyla bitirdikten sonra üniversite okumak için ne zamandan beri hayalini kurduğu Orta Asya'ya gitmeye karar verir. 
Otogardan babası uğurlar Yasin'i. 
Otobüsün camından son defa el sallar babasına. 
Bu, baba-oğulun birbirine son bakışıdır. 
Sinan Bey, göz yaşlarını kimse görmesin diye, ara sokaklardan döner evine… 
Yasin, Ata yurduna geldiğinde henüz on sekiz yaşındadır. 
Öyle güzel, öyle sevimli, öyle asildir ki kısa zamanda öğrencilerin sevgilisi haline gelir. 
Gözlerimiz resmindeki siyah gözlerine dalıp gidiyor. 
Üzerinde yakası açık beyaz bir fanila 
Alnına dökülen ve bir demet perçemi ayrı duran saçları yıldızsız bir gece kadar siyah... 
Gözleri, sanki karanlık bir ormanın derinliklerinde parlayan tatlı bir ışık hüzmesi. 
Bu ceylan salıntısı delikanlı bir yaz günü öğrencileriyle birlikte pikniğe gitmiş. 
Az ötede Ural boz- bulanık akmaktadır. 
Öğrencilerden Nur Sultan, kaçan topu yakalamak için Ural'a atlar. 
Nehrin azgın sularına çıkıp- batan öğrencisinin “Beni “kurtarın” diye feryadını duyan Yasin; 
“Bu çocuklar bize emanet ben ailesine ne derim” diyerek kendisini azgın sulara bırakır ve Ural'ın vahşi kollarından koparır öğrencisini. 
Avı elinden alınan Ural öfkelenir. 
Onun yerine güç bela ite-kaka öğrencisini kıyıya çıkarmayı başaran Yasin'i rehin alır. 
Öğrencisini yukarıya doğru ittikçe, nehrin dibindeki bataklık kendine doğru çeker Yasin'i ve çamurlu koynuna alır. 
Rüzgâr, bir ağıt olur bozkırda. 
Bir kuş çırpınır, dallarını Ağustos sıcağına seren ağaçta. 
Öğrencileri, yaralı kuşlar gibi çırpınır nehrin kıyısında. 
Bozkırlarda dörtnala koşan küheylanın yolu kesilmiştir. 
Acı haber tez ulaşır ailesine. 
Annesi, “biliyordum zaten” deyip yığılır yere. 
Körpe kuzuları, gönlünü sevdasına, kendisini de Ural'ın azgın sularına kaptırmıştır. 
Kazaklar bırakmaz Yasin'i. 
“Bizim evlatlarımız için hayatını feda eden bu genç fidanı, topraklarımıza dikmek, onu bir bayrak gibi Kazakistan bozkırlarında dalgalandırmak istiyoruz” derler. 
Ve Asya topraklarına bir cemre gibi düşer Yasin. 
Evlatları Tanrı Dağlarının eteklerinde kalan anne-babaya Türkiye dar gelir. 
“Bizim iller ıssız, bizim eller sensiz olmadı be oğlum. Sensiz yapamadık” diyerek, nesi var nesi yoksa satıp-savarak, bir daha dönmemek üzere Yasin'lerinin yattığı topraklara hicret ederler. 
*** 
On yıl sonra tekrar geldiğim bu bozkır ülkesinde yine kar yağıyordu. 
Bozkırın soğuğu yine düzenli baskınlar düzenliyordu şehre. 
Ağaçlar beyaz gelinler gibi süslüyordu şehri. 
Yasin'in babasıyla da buluşuyoruz. Cebinden çıkardığı siyah-beyaz bir tarağı gösteriyor bize; 
“Yasin'im saçlarını bununla tarıyordu” diyor. 
Almatı'da hanımıyla birlikte süt ürünleri imal edip, satıyormuş. 
Öylece geçinip gidiyorlarmış. 
Bulaşıkları Yasin'in annesi elinde yıkıyormuş. 
Bu kahraman kadını,Türk ve Kazak hanımlar, “yılın annesi” seçmişler. 
Bir bulaşık makinesi hediye etmek istemişler ama kabul etmemiş. 
Kendisine bağlanmak istenen evladının şehit aylığını “Ben yavrumu aylık almak için değil, Allah için verdim” diyerek kabul etmeyen Anadolu analarındandır o da.
http://www.haber7.com/haber/20090208/Onlar-sabahi-bekleyemediler.php