Sunday, June 14, 2009

Baskurtlar




Hic bir kaynaga bakmadan irticalen yaziyorum. Maddi hatalarim olabilir. ONlari ileride bilahare duzeltirim diye umuyor ve girisiyorum yaziyia.
Yazinin amaci Baskurtlarin Ruslar hakimiyetine 1557’de girislerinden itibaren gecen yaklasik 220 yillik surece soyle bir deginmek.
Aslinda bu surece bir makale yazip “Golden age of Bashkir Uprisings” demeyi dusunuyorum ileriki bir tarihte.

Haritada Modern Baskurt haritasini goruyorsunuz. Tarihi acidan bu yanlis bir harita. Baskurtlar Batida Volga nehrinden doguda Tobol nehrine kadar alanda yasarlardi Ruslarin gelisine kadar. Gocebe bir halkti. Kendi devletleri asla olmadi. Bolgeye gelisleri 900-1000 arasi. Bu tarihten sonra surekli olarak kendilerinden daha kalabalik gocebe halklarin hakimiyetine girdiler. Mogollar ve ardillari olan Altin Ordu ve sonradan Sibir hanligi tarafindan ortaklasa yonetildiler. 1400lerin basindan 1552 ye kadar suren surecte ise Kazan Hanligi, Nogay Hanligi, Sibir Hanligi baskurt topraklarini kendi aralarinda bolusmuslerdi.
Ruslarin bu uc hanligi ele gecirmesinden itibaren Baskurtlar Rus hakimiyetine girdiler zorunlu olarak. .Baskurtlarin kendi devleti olmadigi gibi butunlesmis tek elde toplanmis bir liderligi de yoktu. Yaklasik olarak 12 kabileye bolunmuslerdi. Ve bu kabileler otlaklar ustunde hakimiyet iddia eder diger baskurt kabileleri ile de carpisirlardi. 1557 de bazi Baskurt kabile liderleri Moskovaya elci gonderip Rus hakimiyetine girmek istediklerinde Ruslar bunu bir firsata cevirip bol yonet taktigine basvurmus kendilerine tabi olan Baskurt kabilelerine koruma saglayip harac (YASAK) almaya baslamislardi. Rus tarihciler surekli bu olayi Dobrovol’none prisoedinenie (Gonullu Iltihak) diye sunar. Halbuki gercek bunun tam tersidir. Sadece bir kac azinlikta kalmis kabile lideri buna tevessul etmisti. Bu gonullu iltihak kavrami Moskovadan koruma isteyen Baskurt liderleri icin baska bir anlam iceriyordu. Onlarin dusuncesine gore Moskovadan istedikleri vakit ayrilabileceklerdi ama Ruslar « hayir siz bize iltihak ettiniz biz sizin mutlak hakiminiziz » demekteydiler.
Kafa karisikliginin bundan berbat bir ornegi olamaz herhalde.
Ruslar 1557-1740 arasi Baskurt belasi ile tam olarak bas edemediler. Bela derken kastim su: Baskurtlar kandirildiklarini dusunup her firsati ganimete cevirmis ve surekli Ruslara karsi isyan bayragi acmislar. Bu isyanlar iri ufakli duzinelerce. Ama en onemlileri aklimda kaldigi kadari ile 1662-1664, 1681-1684, 1704-1711, 1735-1739, 1755-1757, 1774-1775. Digerlerini de kaynaklarima bakip eklerim. Niye isyan ediyorlar Baskurtlar Ruslara?
Pek cok sebebi var.
1- Baskurtlar gocebe bir halk ve suruleri icin otlaklara ihtiyaclari var. Ruslar ise tarimci ve yerklesik bir millet. Otlaklara degil tarlalara ihtiyaclari var. Otlaklari tarlalara cevirdikce baskurlartin suruleri icin gereken alan daraliyor. Yasam olanaklari kisitlaniyor. Atesli silahlara sahip Ruslara karsi gelemeidkleri icin diger baskurt kabilelerine saldiriyorlar ic savas cikiyor. Daha sonra gerilim dayanilmaz raddeye ulastiginda bu sefer Ruslara karsi savasiyorlar. (ama hepsi degil)

2- Ruslara odedikleri harac zaman icinde dayanilmaz boyutlara ulasiyor. 1500-1600lerde Ruslarin batiya sattiklari en onemli urun Kurk. Baskurtlardan da Kurk talep ediyorlar. Hem de inanilmaz boyutlarda. Tabii zaman icinde kurk hayvanlarinin sayisi azaliyor ama istenen kurk miktari ya ayni yada artiyor. Haraci odeyemeyen hapsediliyor mali mulku ailesi tarumar ediliyor.

3- Ruslar baskurtlardan suvari birlikleri olusturup onlari Batida ve Guneyde Turklere, Lehlere Isveclilere karsi savastiriyor. Giden geri gelmiyor. Savastirmadiklarini geri hizmette kullaniyorlar. Petersburg saraylarinin dili olsa da konussa kac bin Baskurtun kemiklerini barindirdigini temellerinde.

4- Ruslar otonomi vaad ettikleri halde bunu yerine getirmeyip Baskurtlara karsi oldukca baskici bir politika izliyorlar.

5- Ruslar zorla hristiyanlastirma politikasi uyguluyorlar. Baskurtlar ahim sahim musluman olmadiklari halde bu baskilarin zorla olmasi karsisinda ayaklaniyorlar.

6- Ruslar yaklasik olarak 1557-1740 arasi Baskurt topraklarinda fazla asker bulunduramiyor ve buna care olarak Baskurtlardan birlikler olusturup onlari diger Baskurtlara karsi kullaniyorlar.

Baskort ulkesinde sadece baskurlar yasamiyor. Zaman icinde Ruislar geliyor. Bu ilk gelen Ruslar genellikle askerler. Bunlar icin baskurt topraklarinda koloniler olusturuyor Rus hukumeti. Ayrica Kazan hanliginin yikilmasi ile Tatarlar goc ediyorlar Baskurt topraklarina. Tatarlar Baskurtlara nazaran cok daha geklismis olduklarindan dogal olarak Tarima ve ticarete yoneliyorlar. Tatarlardan baska Tatarlara cok yakin ozellikler barindiran Misharlar geliyor ki bunlar daha cok Rus birlikleri icinde gorev alan savasci Tatarlar. Bundan baska animist Mariler (Fin grubuna ait bir halk) de Baskurt ulkesinde yerlesiyorlar. Baska alt gruplar da var. Teptiarlar Bobiller gibi. Bu insalar akin akin geliyorlar Baskurt ulkesine ve bunlarin toprak yagmasi karsisinda Baskurlartin siginabilecekleri tek dayanak inanilmaz cesaretleri ve savasiciliklari. Gocebe halklar arasinda Ruslara daha fazla sorun cikarmis bir baska halk yok.
Ruslar tarihcilerin bir iddiasi da Baskurtlara medeniyet goturdukleri. Medneiyetten kasitlari yerleisk yasam tarim toplumuna gecis. Baskurtlarin Kazan hanligi idaresindeki kismi Ruslara gelmedne cok evvel Yerlesik yasama gecmisti zaten. Eger medenilesme tarim toplumuna donusmekse bunun icin Ruslara ihtiyac hic yoktu. Baskurtlarin odedikleri bedeller olmaz olsun boyle medenilesme dedirtecek cinsten.

Sunday, February 08, 2009

Onlar asla olmez asla yenilmez

Arkadaşlardan dinledik , Yasin Ailesinin bil cümle hikâyesini: 
Yasin, Akhisar'lı Çalkım ailesinin ikinci çocuğudur. 
Baba Sinan Bey çiftçidir. 
Bir aralık bakkal dükkânı da çalıştırır. 
Yasin, orta okulu birincilikle bitirir. 
Başarısından dolayı, 23 Nisan'da çocuk belediye başkanı olarak arkadaşlarını temsil eder. 
Liseyi de aynı başarıyla bitirdikten sonra üniversite okumak için ne zamandan beri hayalini kurduğu Orta Asya'ya gitmeye karar verir. 
Otogardan babası uğurlar Yasin'i. 
Otobüsün camından son defa el sallar babasına. 
Bu, baba-oğulun birbirine son bakışıdır. 
Sinan Bey, göz yaşlarını kimse görmesin diye, ara sokaklardan döner evine… 
Yasin, Ata yurduna geldiğinde henüz on sekiz yaşındadır. 
Öyle güzel, öyle sevimli, öyle asildir ki kısa zamanda öğrencilerin sevgilisi haline gelir. 
Gözlerimiz resmindeki siyah gözlerine dalıp gidiyor. 
Üzerinde yakası açık beyaz bir fanila 
Alnına dökülen ve bir demet perçemi ayrı duran saçları yıldızsız bir gece kadar siyah... 
Gözleri, sanki karanlık bir ormanın derinliklerinde parlayan tatlı bir ışık hüzmesi. 
Bu ceylan salıntısı delikanlı bir yaz günü öğrencileriyle birlikte pikniğe gitmiş. 
Az ötede Ural boz- bulanık akmaktadır. 
Öğrencilerden Nur Sultan, kaçan topu yakalamak için Ural'a atlar. 
Nehrin azgın sularına çıkıp- batan öğrencisinin “Beni “kurtarın” diye feryadını duyan Yasin; 
“Bu çocuklar bize emanet ben ailesine ne derim” diyerek kendisini azgın sulara bırakır ve Ural'ın vahşi kollarından koparır öğrencisini. 
Avı elinden alınan Ural öfkelenir. 
Onun yerine güç bela ite-kaka öğrencisini kıyıya çıkarmayı başaran Yasin'i rehin alır. 
Öğrencisini yukarıya doğru ittikçe, nehrin dibindeki bataklık kendine doğru çeker Yasin'i ve çamurlu koynuna alır. 
Rüzgâr, bir ağıt olur bozkırda. 
Bir kuş çırpınır, dallarını Ağustos sıcağına seren ağaçta. 
Öğrencileri, yaralı kuşlar gibi çırpınır nehrin kıyısında. 
Bozkırlarda dörtnala koşan küheylanın yolu kesilmiştir. 
Acı haber tez ulaşır ailesine. 
Annesi, “biliyordum zaten” deyip yığılır yere. 
Körpe kuzuları, gönlünü sevdasına, kendisini de Ural'ın azgın sularına kaptırmıştır. 
Kazaklar bırakmaz Yasin'i. 
“Bizim evlatlarımız için hayatını feda eden bu genç fidanı, topraklarımıza dikmek, onu bir bayrak gibi Kazakistan bozkırlarında dalgalandırmak istiyoruz” derler. 
Ve Asya topraklarına bir cemre gibi düşer Yasin. 
Evlatları Tanrı Dağlarının eteklerinde kalan anne-babaya Türkiye dar gelir. 
“Bizim iller ıssız, bizim eller sensiz olmadı be oğlum. Sensiz yapamadık” diyerek, nesi var nesi yoksa satıp-savarak, bir daha dönmemek üzere Yasin'lerinin yattığı topraklara hicret ederler. 
*** 
On yıl sonra tekrar geldiğim bu bozkır ülkesinde yine kar yağıyordu. 
Bozkırın soğuğu yine düzenli baskınlar düzenliyordu şehre. 
Ağaçlar beyaz gelinler gibi süslüyordu şehri. 
Yasin'in babasıyla da buluşuyoruz. Cebinden çıkardığı siyah-beyaz bir tarağı gösteriyor bize; 
“Yasin'im saçlarını bununla tarıyordu” diyor. 
Almatı'da hanımıyla birlikte süt ürünleri imal edip, satıyormuş. 
Öylece geçinip gidiyorlarmış. 
Bulaşıkları Yasin'in annesi elinde yıkıyormuş. 
Bu kahraman kadını,Türk ve Kazak hanımlar, “yılın annesi” seçmişler. 
Bir bulaşık makinesi hediye etmek istemişler ama kabul etmemiş. 
Kendisine bağlanmak istenen evladının şehit aylığını “Ben yavrumu aylık almak için değil, Allah için verdim” diyerek kabul etmeyen Anadolu analarındandır o da.
http://www.haber7.com/haber/20090208/Onlar-sabahi-bekleyemediler.php

Sunday, November 23, 2008

Ebu'l Hayr ve Kazaklarin Kaderi, 1731

Memleketimizde geleneksellesmis bir tutum vardir. Egitimde sorunlarimiz berdevam oldugu icin surekli milli egitim bakanlari elestirilir topa tutulur taslanir. Sanki butun sorunlarin kaynagi tek bir kisi imis gibi. Halbuki sorun bir sistem sorunudur. Bu kadro ile bu kadar olabilmektedir ve sampiyon olma sansiniz hic yoktur olabilemez de zaten. Kadro ise milleti olusturan ogelerin tumudur. Icinde ciftcisi marabasi iscisi memuru muhendisi askeri ogretmeni akademisyeni vardir. Kadro boktan oldugu icin milli egitimin uretimi de defolu boktan olmaktadir. Hele hele bu kadro kendi icinde bolunmus oldugu icin yanlis dahi olsa herhangi bir politikayi takip etmekte birlik beraberlik yoktur. Memleketimizin mumtaz populasyonu icinde "Akil, bilim. ilericilik zart zurt" diyenlerin en dogmatik en ebleh kismi oldugu ve bu eblehlerin de memleketin kaymak tabakasini olusturduklari goz onune alinirsa milli egitimden milli savunmaya, ekonomiden, milli takima her alanda surekli geri kalmak kacinilmaz olmaktadir. Istisnalar ise kaideyi asla bozmaz. Arada dunya ucuncusu olursunuz ama gider ismi cismi belirsin Letonya’ya elenirsiniz. Dunya capinda dehalariniz cikabilir bir an icin egitim sistemizden ama onlar da memleketin boktanligi karsinda kapagi Amerikaya Avrupaya atarlar. Bu ebleh dogmatik kesim memleketin ideolojisini de belirledigi icin milli egitimimizde hic temas edilmeyen konular vardir Turk tarihi hakkinda. Sanki Turkler Anadoluya gelmistir 1071 yilinda geride kimse kalmamistir. Ne ilk ne ortaokul ne de lisede 1071 sonrasi Orta Asya Turkleri hakkinda tek kelime edilmez yasak savmak babindan Timur’dan dem vurulur belki. O da Osmanli tarihine olan olumsuz katkisindan dolayi. Anlatan hocanin kendisi de bilmemektedir onu. Orta Asya Turklerinin 1071 den sonra geri kalan tarihi hem parlaktir hem de dramatik. Ama cogu zaman trajik. Bugune kadar Orta Asyada bir Turk varligindan sozedebiliyorsak bunu bir kac kahramana borcluyuz. “Ataturk Turk Tarihinin en buyuk lideridir“ ya da “En Buyuk Turk Ataturk“ safsatasi var ya. Ne budalalik bu. Turk tarihi ne yazik ki ama diger taraftan iyi ki Ataturklerle doludur. Ne yazik ki Ataturklerle doludur cunku surekli kriz buhran yikim yasayan bir tarih bu ve surekli kurtaricilara ihtiyac var. Iyi ki Ataturkler dolu cunku dibe vurdugunuz anda bir Ataturk cikip elinizden tutuyor kurtariyor sizi. Ya Olmasaydi? Ebu’l Hayr iste boyle bir liderdir. Bir kurtaricidir bir elden tutucu bir yol acicidir. Kazak Turklerine bir nefes aldiricidir. Kazaklara hayatta kalabilme icin bir atimlik barut daha verebilmis kisidir. Yaptiklari tezat gorunebilir gunumuz kosullarinda. Ama bugun Kazak varligini buyuk oranda ona borcluyuz. Kimdir peki bu Ebu’l Hayr? 1693-1748 yillari arasinda yasamis. Rakip gruplar tarafindan suikast'e ugrayarak hayatini kaybetmis. Kaynaklar onun Cengiz Han soyundan geldigini soyluyor. Ama Cengiz Han soyunun onemsiz bir kanadina mensup oldugunu, diger Kazak lider gruplari goz onunde bulunduruldugunda protokoldeki yerinin asagilarda kaldigini, bu yuzden de liderligine pek mesruiyet atfedilmedigini goruruz. Buna ragmen cesareti, kahramanligi, gozupekligi, riskleri alabilmesi karsisinda bir ara butun Kazak boylarinin askeri liderligine kadar yukselebilmistir. Bu Kazak tarihinde nadir gorulen bir vakadir ve onun bu kisa askeri liderligi sayesinde isgalci Mogollar Angarai savasinda (1729) yenilgiye ugratilmis batiya dogru olan ileri hareketleri bir muddet icin durdurulabilmistir. Iste Ebu’l Hayr’in Bu Mogol belasi karsindaki liderligi Kazaklarin hayatta kalabilmelerini saglamistir. Diger yandan az once de dedigim uzere icinde tezatlar barindiran bir kisilik cunku 1731 yilinda Ruslarin korumasini askeri yardimini talep ediyor. Simdi olsa vatana ihanetten idam edilirdi. Veya en azindan vatan haini diye yaftalanirdi. Halbuki tarih gunumuzun kavramlari ile deger yargilari ile ele alinip yorumlanamaz, degerlendirilemez. Degerlendirdiginizde Turkiyedeki salak, ahmak, ebleh tarih safsatalari ortaya cikar. Neyse! Bu koruma talebini Ruslar "egemenligimize girmek istiyorlar" diye yorumluyorlar. Ebu’l Hayr Ruslarin bu yanlis yorumunu kaale almiyor cunku Ruslar henuz cok uzaktadirlar ve Kazaklar icin bir tehdit olusturmamaktadirlar. Dolayisi ile Ruslarin "madem korunma talep ediyorsun ogullarindan birini rehin(AMANAT) olarak gondermeli bize YASAK(bir cesit vergi-harac) vermelisin" taleplerini duymazliktan geliyor. Veya yasak savmak babindan bir iki hediye Kalmuk metresinden (concubine-наложница) olan bir oglunu gonderiyor.

Ebu’l Hayr’in oynadigin kritik rolun oncesi vardir. Kazak gruplari tarih sahnesine ilk olarak bu isimle 1460’larda cikiyorlar. Gocebe bir toplum ve Stalin amcaniza kadar buyuk cogunlukla gocebelikleri devam ediyor. Bir ara guclu Kazak hukumdarlarin liderliginde birlestiriliyorlar. Ama bu durum kisa sureli oluyor cunku Kazaklarda tarihteki butun Turk devletlerinin (Osmanli haric) basini yiyen hukumdarlik babadan ogullara gecer ve herkesin taht ustunde hakki vardir prensibinden dolayi guclu hukumdar oldugunde ogullari ulkeyi kendi aralarinda bolusup durmakta ic savas cikarmakta ve kisa surede disaridan gelen akinlarin istilalarin kurbani olmaktadirlar. 16. asirda Hak Nazar onun ardindan Tevekkel guclu liderlik sergileyip Kazak egemenligini genisletiyorlar ve Sir’i Derya nehri boyunca kurtulmus kasaba ve sehirleri kisa sureli ele geciriyorlar. Kalmuklari (Rusyaya Volga bolgesine goc eden Mogollar) ve Jungarlari (Kalmuklarin Mogolistan kalan kismi) arada sirada yenilgiye ugratip harac aliyorlar Mogol topraklarina baskinlarda bulunup yagmalar yapiyorlar. Lakin Kazaklarin bolunme sorunu kurumsallasiyor 1500lerin ortalarindan itibaren. (Kesin bir tarih yok). Kazaklar uc Boya bolunuyorlar. Ulu Cuz, Orta Cuz, Kuzuk Cuz. Ulu Cuz daha cok Dogu Turkistan ve Mogolistan civarinda etkin. Orta Cuz Sir’i Deryanin kuzeyindeki muazzam alana sahip cikiyor. Kucuk Cuz ise Aral, Hazar boyunda ve Rusya sinirinda faal. Ruslarla kucuk capli dalasmalari oluyor. Ruslar siddetle mukabele edemiyorlar cunku Sibirya ve Orta Asya sinirlarindan fazla askeri guc bulunduramiyorlar simdilik. Rusyanin 1600lerden itibaren yukselen ekonomik gucu Kazaklari dogal olarak Rus sinirina ceker. Rus pazarlarinda at, et, deri satisi yaparlar karsiliginda tahil, kap kacak, demirden mamul aletler alirlar.Kazaklar tarihi acidan daha cok Orta asya pazarlarina yonelik uretim yaparlardi Ruslarin ekonomik guc olarak ortaya cikisina kadar. Ama Orta asya hanliklarinin surekli ic calkalanmalarla zayif dusmesi, taht mucadeleleri, ic savaslar Kazak ureticilerin urunlerini guvenle Hive, Buhara, Semerkant pazarlarinda satmalarini engeller. Ruslar ayni zamanda gumruk vergisi odemeden Kazaklara ticaret yapmalarini mumkun kilar. Bu ayni zamanda Rusyanin Kazak mantalitesinde buyuk, guclu bir devlet oldugu imajini da yerlestirir.

Kroniklesmis Kazak bolunmuslugu Kazaklarin cevresinde olusmus rakip guclerin de istahini kabartmamazlik edemezdi. Jungarlar guclu bir lider olan Tsevan-Rabdan etrafinda birlestirilmisler Ruslara, Ming Cinine meydann okur bir hale gelmislerdi. Jungarlar geleneksel olarak daha cok Cin’i taciz etmeye Cinden bir takim tavizler koparmaya yonelik bir toplumdu. Mogollarin onemlice bir kismi da zaten Cin egemenliginde bulunmaktaydi. Tsevan bu durjam bir son vermnek ve mumkunse Cini istila etmek amacini tasiyordu. Fakat batisindaki ele avuca sigmaz Kazak gruplarinin kendisini taciz etmesine musaade edecek durumda degildi. Gerisini saglama almadan Cini istila etmek zor zenaat. BU sebeple zaten araliklarla suren Kazak Jungar catismalarina bir nihayet vermek icin butun gucunu bir araya getirerek 1723 ilkbaharinin baslarinda Kazak topraklarini isgale baslar. Secilen tarihe dikkat ediniz. Bahar aylarinin basidir ve Kazaklar kis kamplarindan ayrilmamislardir. Savasmak icin iyi bir zamanlama degildir. Hayvanlari uzun bir kisin ardindan zayif dusmus kendilerini toparlayamamislardir. Koyunlari heniz yavru vermis ilgi beklemektedir. Koyun deyip de gecmeyin koyun yoksa sut yok, yun yok deri yok dolayisi ile ne yemek ne ne giyecek ne de YURT adini verdileri cadirlari icin aba yoktur. Aba yoksa yurt yok soguk var donmak var. Kazaklar kendileri gibi gocebe olan Jungarlarinda henuz kis uykusundan yeni uyanmaya basladigini kendilerine gelemediklerini dusunurler ve ani gelen Jungar baskininda gafil avlanirlar. Jungarlar acimasizdir. Butun Kazak koylerini basarlar evlerini tarumar eder kadin cocuklari kacirir olmazsa kilicdan gecirir erkeklerin ise kellerini vururlar. Merkezi idarenin duzenli ordularin olmadigi bir ortamda Kazaklar toparlanamazlar. Karsi saldirya gecemezler tek bir secenek vardir mallarini mulklerini surulerini her seylerini birakarak yalin ayak kacmak. Bu ise olum demektir hala dondurucu soguklarin hukum surdugu Kazak bozkirlarinda. Kazak Tarihinde bu buyuk kacisa aktaban shubirindi denir. 1723-1726 yillari arasi ozellille trajikdir. Jungarlardan kacan Kazaklar Orta Asyanin sehirlerine Rus sinirlarina kacarlar yiginlar halinde. Gittikleri yerlere de yikim gotururler. Bir zaman icin Orta Asya sehirlerinde acliktan yoksunluktan yamyamlik vakalari dahi gozlenir.
Detaylar? Azz (bir kac hafta) sonra.

Saturday, June 30, 2007

Samizdat

Samizdat Samizdat Sovyet Rusya da Stalin sonrasi donemde ortaya cikan, rejimi ve rejimin isleyisini sorgulayan bir cesit sivil itaatsizlik hareketi. Bu hareketin isleyis tarzindan ulkemizdeki en basitinden rejimin basortusu zorbaligina karsi dersler cikarilip uygulanabilir diye dusunuyorum.Once samizdat…Samizdat kendi-basim (self-publication) anlamina gelen bir kelime. Stalin sonrasi Khruschev'in baslattigi de-stalinizasyon (stalinsizlestirme) hareketinden cesaret olan bir grup egitimli grubun ve aydinin daha fazla hak ve ozgurlukler icin baslattigi bir hareket ve eylem tarzlari gosteri yuruyuslerinden ziyade daktilolarda cogalttikleri metinleri halka dagitmak seklinde. Bu samizdat ilginc bir hareket cunku ne basi ne kici belli. Ne baslatani belli ne bitireni. Cogu Samizdatci birbirinden habersiz. Bu harekette bulunanlarin cogu baskilara zorbaliklara maruz kaliyorlar. ve onemlice bir kismi tikildiklari hapishanelerde timarhanelerde karsilasiyor yoldaslik kuruyorlar. Aslinda bu 60-70lerdeki samizdatcilarin onculleri 1940'larin sonunda Ikinci Dunya Savasindan zaferden cikan Rus ordusunun terhis ettigi gencler arasidan zuhur ediyor. Ama Stalin doneminde yasamak zordur. Genclerin hepsi kursuna diziliyorlar. Stalin doneminde idam edilenlerin Khrushchev ve Brezhnev doneminde yasayan muadilleri ise daha sanslidir. 60-70 lerdeki cezalandirma usulu kursuna dizilme seklinde degil timarhaneye tikilma seklindedir genellikle Muhalifleri toplumun genelinin gozunde kucuk dusurmek, inandiriciliklarini yok etmek icin iyi bir taktik sayilabilirdi aslinda. Tiimarhaneye tikilmayanlar ya hapsedildiler ya da surgune gonderildiler. Fakat butun baskilara ragmen SAMIZDAT hareketi varligini hep hissettirdi. Binlerce muhalifi samizdatciyi timarhaneye tikmak pratikte pek mumkun olmuyordu. Samizdatin yok edilememesinin cesitli sebepleri var. Oncelikle Samizdat hareketinde bulunanlar kanunlarin ve rejimin isleyisinden sorumlularin neye ne olcude izin verdigini tahmin edebiliyor ve ona gore hareket ediyorlardi Yani rejimin sinirlarini cok zorlamamaya caba gosteriyorlardi. Samizdatin yok edilememesinin diger sebebi KGB nin Stalin donemindeki gibi katliamlar yapmaya gonullu olmamasiydi. Stalin doneminde herhangi bir mimik'inizden bile yola cikilarak tutuklanabilir oldurulebilirdiniz. Tabii siz tutuklaninca ailenizi de serbest birakmayacak onlari da ya hapsedecek ya oldurecek ya da Sibiryanin bir kosesindeki toplama-calisma kampina sureceklerdi. Yuri Andropov yonetimindeki KBG boyle bir yonteme basvurmayi reddetti. Bir diger sebep ise yargi organlari kanunlara bagli kalmaya ozen gostermeye cabaladilar. Yani bu demek oluyordu ki zanlilar kanun cercevesinde yargilanip isledikleri suca(!) gore ceza alacaklardi yani bir iki yil surgun veya bir kac ay hapis gibi. Tabii yarginin kanunlari uygulamaya calismasi Samizdatcilarin isine geliyordu. Nasil gelmesin ki mahkeme salonlari show alanina ceviriyorlar mahkemeler yolu ile kanunlardaki var olan ozgurlukleri talep ediyorlardi. Unutulmamali ki Sovyet doneminde ki kanunlar dunyadakin en ozgurlukcu kanunlari da iceriyordu. Icermek baska uygulanmamasi baska sey tabii ki. Mesela anayasaya gore bir Ozbek Ozbekistanin Sovyetler Birliginden ayrilmasini talep edebilirdi. Tabii ki bu pratikte mumkun olamiyordu. Samizdatcilarin ise boyle bir derdi olmadigi icin Sovyet anayasasinda kendilerine verilen hak ve hurriyetleri talep etmeye devam ettiler. Ucunda hapis veya surgunun olacagini bile bile.Samizdatcilar etkili bazi teknikler gelistirdiler. Oncelikle etnik dini ve insani hak ve ozgurlukleri talep ettiller ki zaten anayasada yaziliydi bu. Dolayisi ile cok genis bir toplumsal tabandan sempatizanlar buldular kendilerine. Hak ve ozgurlukler konusundaki taleplerinde herhangi bir dini veya etnik toplulugu dislamayip hepsine hitap ettiler yani ayrimci degil kapsayici idiler.Ikincisi komunist rejim baskisini arttirdikca samizdatcilarda politiklestiler. Khrushcev zamanindaki samizdatcilar basit herkesin anlayabileceghi muhalif siirler sarkilar hikayeler yazmaktayken Brejnev doneminin artan baskisi karsisinda batili insan haklari kuruluslari, calisma gruplari veya resmi organizasyonlara basvurup yardim talep ettiler.Ucuncusu samizdatcilar surekli yeni direnis teknikleri gelistirdiler. Bunlarin en etkilisi Rusyada meskun bulunan batili basin mensuplari ile yakin iliskiye gecmeleri ve onlara davalarini anlatmalari idi. Dolayisi ile Rusyada samizdatci muhalif bir grubun bulundugu bunlarin cesitli baskilara maruz kaldigi butun dunyaca bilinir oldu ki bu uluslarasi bilinirlik pek cok muhalif samizdatcinin en agir sekilde celandirilmasina engel olmustu. En basta gelen ornegi Fizikci Saharov idi. Saharov yapmis oldugu muhalif eylemlerden dolayi cok agir bir ceza beklerken Rus makamlarina yapilan uluslararasi baskilar karsisinda sadece Gorki (simdiki adi Nijni Novgorod) sehrinde ev hapsine mahkum oldu. Ruslarin tipki simdiki Turkiye cumhuriyeti makamlarinin yapmis oldugu gibi pek cok uluslararasi insan haklari anlasmalarinda imzasi bulunmasi samizdatci muhalafetin yasamini bir sekilde surdurmesine yardimci oldu.Samizdatin calisma sekli ve gelistirdigi stratejilerin Turkiyedeki insan haklari savunuculari tarafindan iyi etut edilmesi gerekiyor cunku elitist azinligin hakimiyetindeki devletin kendilerinden gaspettigi haklari geri almalarinin en etkili araci samizdatcilardan cikaracaklari dersler olacaktir. Cunku 1960-70-80lerin Komunist Rusyasi ile 1990-2000lerin Turkiyesi arasinda sefih baskicilik konusunda pek az fark var.Konu ile ilgili bizzat samizdatcilarin yazdiklari anilari iyi bir kaynak diye dusunuyorum. Ludmilla Alexeyeva'nin, ki kendisi onde gelen bir Samizdatcidir “Thaw Generation: Coming Of Age In The Post-Stalin Era” adli kitabi okunabilir. Oldukca iyi bir kitaptir. Bizim basortulu kizlarimiz neden boyle seylere tevessul etmezler anlamiyorum. Bu yaziyi okuyan egitim hakki gaspedilmis bir vatandas varsa oncelikle bu kitabi okumali. Ve baslarindan gecen traji komik olaylar dile getirmeli ve halka anlatmali. Civik civik bir propaganda veya kendilerine yapilan adiiiii haiiinnnnnn mezalimleeeeerrrrri yazmalari gerekmiyor. Gercegin kendisi kurgudan daha muthistir diye bir laf vardi sanirim.Onde gelen Samizdatci sanatci Vysotskii den sarkilar dinlemek isterseniz aha da buradan yukleyebilirsiniz.
Bu arada Dash gibin bir Rus Hatunu olan Anna German dan sarkilar iicnde ahan da buraya tiklayin
Hemen asilmayin. 1982 de muteveffa oldu. Sarkilari ise olagan ustu duygusal temalar icerir.
"Gece tek basima yola ciktim"
"Romantizmin Donusu"
"Saadet Dilegi"
"Ask Ninnisi
"Askerin Mektubu"
"ve Muhtemelen Ben"
"Bahari Bekliyorum"
"Alacakaranlik"
"Gul bahcesi yilda bir kez ciceklenir" gibi ve benzeri sarkilar.
Cok iclidirler. Sozlerini anlamaniza gerek yok. Kadinin sesinin tonu sarkilarin neye dair oldugunu cok guzel anlatiyor. 
Kolesi oldugunuz Anglo-Sakson, French budalaliklardan siyrilabilirseniz dinleyin derim. 

Sunday, May 27, 2007

Bir baski araci olarak soyunmak

Gene guzide basinimizda soyunuktun giyiniktin muhabbeti girla gitmekte. Sunu yavas yavas anliyorum ki ortulu olmayanlar ustunde buyuk bir psikolojik baski var. Tabii ki bu baskiyi olusturanlar ortululer degil bizzat ortulu olmayanlarin kendi hastalikli ic dunyalarinda olusturduklari bir baski. Anladigim kadari ile ortusuzler kendi hastalikli ic dunyalarindan yarattiklari bu baskiyi ortululere karsi baski araci olarak kullanmaya basladilar. Hic bir zaman bsima gelmedi ama sanirim oldukca sik bir sekilde basortulu bayanlar taciz ediliyorlar. Ayse Arman’a gelen bir mailed sunlar geciyor” Dün iki türbanlı arkadaşımla beraberdim. Ben türban takmıyorum. Starbucks’ta kahve içerken, yan masadan iki tanımadığımız adam seslendi: "Ampüller iyi yanıyor mu? Ama söndürmek lazım!" Masamızda politikadan bahsedilmiyordu bile. Bir arkadaşımızın hasta olduğundan bahsediyorduk. Bir süre sonra kalktık. Çünkü rahatsız olmuştuk. Bu sefer gittiğimiz başka bir cafe’de bir hanımefendi, arkadaşlarıma dönüp dönüp bakmaya başladı. Sanki "Sizin burada ne işiniz var?" der gibiydi. Ben de aynen şöyle diyorum: Hakikaten sıkıldım bu muhabbetten! Türban, laik, anti-laik, dinci, gerici... (Neslihan S.)”
Yani dusunsenize devletin uyguladigi baski yetmiyormus gibi bir de toplumsal baski kurulmaya basortuiluleri hayatin her karesinden silmeye calisiyorlar. Buna sebep aradiginizda karsiniza “ama efendim onlarda basortululeri ile uzerimizde baski olusturuyor” deniliyor. Buna en son ornek de basortusu reklami varmis da billboardlarda orda giyinmek guzeldir deniyormus da efendim basortusuzler kendilerini ciplak hafif hissediyormus. Boyle bir sonuca varmak icin insanin hasta olmasi lazim. Ben zannetmiyorum Turkiyede basortusuzler basortululer kadar taciz edilsin. Ve bu sosyal geginligin sebebi ise sorumsuz art niyetli laikcilik mucahitleri. Cengaver yerine mucahit diyorum cunku laikci kanatta gercekten bir cihat acilmis kendilerine benzemeyenlere karsi. Ve ne yazikki bu cihadin sebeplerini karistirdiginizda onyargilarinin korkularinin ve sorumsuz medya sorumsuz aydin sorumsuz siyasetcilerin insanlari laikci fanatizme itmeleri karsima cikiyor. Bu fanatizmi ortadan kaldirmak nasil mumkun? Sanirim basin aydin siyaset ucgeninin adam olmasindan geciyor bu. Ve bunun da kisa vadede mumkun olacagi yok cunku ortada buyuk bir laikci pazar var. Sirf anti-tesettur tavri ile evini gecindiren yazar cizer gazeteci aydin var yahu bu ulkede.
Su ana kadar basortululerden bir somut saldiri geldi mi insanlarin hayat bicimine dair? Bir kac munferit hadise disinda hayir! O zaman sanal korkularla halki daha nereye kadar kandiracak ne kadar uyutacaksiniz. Sanirim laikci guruhun topluca timarhaneye kapatilmasi gerekiyor. Buluttan nem kapana uygar dunyada pek saglik adam muamelesi yapilmaz bizde bas taci ediliyor.
Ve sunu unutmamak gerekiyor basortusu diye diye toplum uyutuluyor. Milleti basortusu derdi ile oyalarken birileri gene bir yerlerde kirli tezgahini kurmus isini goruyor. Bir felsefe profesoru olan Ahmet Arslan “İnsanlar genel olarak önce inanır, sonra inandıklarına uygun şeyleri düşünür. Elbette her insan böyle olsaydı, o zaman hiçbir gelişme de, bilim de, felsefe de olmazdı.” demisti. Ulkenin geri birakilmasindaki en buyuk etken sanirim bu. Insanlar inandiriliyorlar ve ona uygun davranmalari saglaniyor. Bunun tek cozumu var suphecilik. Yani bana anlatilan her sey dogru mu? supheciligi. Mantik suzgecinden gecirmek olgulari. Peki siz (artik bu yaziyi kim okuyacaksa) hic liselerde mantik dersinin adamdan sayildigini gordunuz mu? O zaman daha bizi cok suya goturup susuz getirirler.

Wednesday, May 02, 2007

Metin Heperin son gelismeler uzerine gorusleri

Asker hükümete bir tür muhtıraya benzer bir şey verdi. Bu, siyaseti nasıl etkileyecek?

Askeri kesimde AK Parti'nin niyetleri bakımından önemli bir rahatsızlık, ciddi bir karamsarlık var. Ben, AK Parti'nin laik düzeni yıkmak gibi bir niyetinin olduğu görüşüne katılmıyorum. Sadece ben değil bir sürü insan buna katılmıyor. Meseleyi yakından inceleyen ve tarafsız kalmaya çalışanlar, AK Parti'nin devleti İslamileştirme niyetinin olmadığını ve iktidarda şu ana kadar yaptıklarını görüyorlar. AK Parti'lilerin laik düzeni yıkmak ve Türkiye'yi İslamileştirmek gibi bir niyetleri yok.

Geçmişte de mi böyle bir niyetleri yoktu?

Bu insanlar değiştiler. Ama kendilerindeki değişimi kabul edenler, eskiden İslamcı saydıkları kişilerin değişebileceğini kabul etmiyorlar. Doğrusu bu normal olmayan bir durum. Türkiye'de nasıl bazı insanlar değiştiyse, mesela eski bir Maoist bugün liberal görüşleri savunuyorsa ve Zaman gazetesinde yazabiliyorsa, eskiden İslamcı olduğu düşünülen insanlar da bugün liberal olabilirler. Kim bilir belki de o Maoist dediklerimiz, geçmişte bizim zannettiğimiz kadar Maoist değildi Biraz serinkanlı olmak lazım.

AK Parti'liler de zannettiğimiz kadar İslamcı değiller miydi geçmişte demek istiyorsunuz?

Evet, zannettiğimiz gibi İslamcı değillerdi. Başka bazı sosyal bilimciler de böyle düşünüyor. Bundan sonra AK Parti'liler yollarına devam edecekler ve cumhurbaşkanını seçtirmeye çalışacaklar. Laiklik konusunda da yanlış bir adım atmayacaklar. Şimdiye kadar da atmadılar zaten.

Sizce askerin muhtırası, bundan sonra siyasetin normal işlemesine imkân verecek mi? Kim hangi siyasi hamleyi yapabilecek bu muhtıradan sonra?

Muhtırayı okursanız, bir olay hariç, hükümetin kendisinden kaynaklanan olaylardan bahsetmiyor. Sağda solda bazı laiklik karşıtı olaylardan söz ediyor ve'bu konuda hükümet daha dikkatli olmalı' diyor. Hükümet de daha dikkatli olursa, mesele büyümez.

Askerin muhtırasında, 'Cumhurbaşkanlığı seçimi laiklik tartışmasına odaklandı' diye bir gerekçe sunuluyor. Sizce cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde 'laiklik tartışması' yapıldı mı gerçekten?

AK Parti ve Erdoğan bu süreçte laiklik tartışması yapmadı. Cumhurbaşkanlığı seçimini bir laiklik meselesi haline CHP getirdi. Meclis Başkanı Bülent Arınç ise bazen bir şey söylüyor, sonra başka şey. Aslında ileriye dönük bir tahminde bulunmak için Recep Tayyip Erdoğan'a, Abdullah Gül'e ve onların çevrelerine bakmak lazım. O insanlar laiklik konularında şimdiye kadar çok dikkatli hareket ettiler. Bundan sonra da öyle hareket etmemeleri için bir neden yok. Ayrıca Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt daha bir hafta önce 'Cumhurbaşkanlığı seçiminde son söz Büyük Millet Meclisi'nindir' dedi. Şimdi birdenbire dönüp başka bir şey söylemesi için ben bir neden görmüyorum. Ordu laikliğin elden gidip gitmediğini ne kadar düşünüyor... Niye muhtıra veriyor... Ordu içindeki dinamikler nelerdir...

Bu muhtıra, ordunun kendi içindeki bir kesimin rahatsızlığını yatıştırma girişimi de olabilir mi?

Olabilir. Ordu içinde bazıları böyle bir hükümeti tehlikeli görüyorlardır. Genelkurmay Başkanı'nın önceki beyanatlarına da biraz bu açıdan bakılmalı. Laiklik tehlikede dediği zaman gerçekten kendisi de böyle mi düşünüyor yoksa biraz ordunun içine mi sesleniyor? Yabancılar buna 'tribüne oynamak' derler. Acaba öyle mi? Çünkü ordunun müdahale etmesinin Türkiye'ye zarar vereceğini düşünenler artık ordunun içinde de bulunmaya ve üst kademelerde yer almaya başladı. Mesela önceki Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, bir yandan Türkiye'nin AB üyesi olmasına ve ordunun biraz daha ikinci plana çekilmesine taraftardı. Hatta, 'Bizim subaylarımız bu konularda biraz daha değişik düşünmeye alışmalılar' diyerek, Atatürkçülüğün yeniden yorumlanması ve askeri okullarda ders programlarının değiştirilmesi gerektiğini de söyledi. Ama Özkök, diğer yandan da hükümete karşı bazı sert açıklamalar yaptı.

Niye?

Bu tür sert çıkışlarla Özkök, laikliğin bu hükümetle tehlike altında olduğunu düşünen subaylara şunu söylemek istiyordu. 'Laiklik konusu evet ciddidir. Ordu asla laikliğe ilgisiz kalamaz. Biz bu hükümeti bu konuda büyük bir tehlike olarak görmüyoruz ama herhangi bir şey yaparlarsa tedbirleri alır, bu girişimleri önleriz. Ama demokrasi de önemlidir. Hükümetler gerekli tedbirleri alsınlar ve bu iş kötü bir mecraya sürüklenmesin' demek istiyordu. Yani 'Bitti, bu hükümet gitsin başkası gelsin' gibi bir şey söylemiyordu. Askerin son açıklaması da böyle.

Nasıl?

Bu muhtırada demokrasi kelimesi kullanılmıyor ama, hükümetle ilgili 'Bu iş bitmiştir' de demiyor. Bu iş bitmiştir de diyebilirdi. Ayrıca bu muhtıra Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı verilmedi. Çünkü o zaman ordu boğazına kadar günlük politikaya batmış olur ki, ordu bunu istemiyor. Asker, prensipler düzeyinde kalmak istiyor. Türkiye'de laiklik meselesinin tartışılmasını istemiyor. Bu muhtıra, 'Merak etmeyin biz bu konuda görevimizin başındayız' diyerek askerin kendi içine bir mesajı da olabilir.

Peki Anayasa Mahkemesi'nin kararı askerin bu açıklamasından sonra nasıl etkilenir sizce?

Anayasa Mahkemesi üyeleri meseleye bir hukuk meselesi olarak bakarlarsa, CHP'nin isteğini kabul etmemeleri gerekir Ama 'Bu mesele bir memleket meselesidir. Bu konunun hukuki olduğu kadar siyasi yönü de vardır. Biz siyasi yönü göz ardı edemeyiz' derlerse, o zaman CHP'nin istediği yönde karar verilir. Ordunun son açıklaması bu kararı biraz güçlendirecek.

O zaman bundan sonra halk Anayasa Mahkemesi'nin objektif olduğunu düşünebilir mi? Mahkeme'nin kararlarının objektifliği konusunda bir şüphe uyanmaz mı halkta?

İnsanlar bu ülkede ikiye bölündü. Bazılarımız, 'prensipti, hukuktu, kazanılmış haktı', bütün bunları büyük bir tehlike olarak görüyor. 'Laiklik elden gidiyor. Laik cumhuriyet İslami cumhuriyete doğru sürükleniyor' diyerek, bunu önlemek için bedeli ne olursa olsun her çareyi geçerli kabul ediyor.

Peki Türkiye yeni bir 28 Şubat süreci yaşar mı? Askerlerin denetiminde bir hükümet oluşur mu?

Hayır. Bu hükümet, bu kadro dikkatsiz bir hareket yapmayacak. Anayasa Mahkemesi bir karar verecek ve o karara göre AK Parti ya seçime gidecek ya da Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilecek. Eğer hükümet askerin söylediği konulara biraz daha dikkat ederse, Türkiye yoluna devam eder.

Yapılacak seçimlerin sonucunda AK Parti oylarını artırırsa, asker ne yapacak? Bu oy artışının nasıl bir mesaj olduğuna karar verecek?

Hiçbir şey yapmaz. AK Parti tekrar hükümeti kurar. Asker de gene gidişata bakar. 83 seçimlerini hatırlayın. Asker Anavatan'a karşı olduğunu açıkladı. Ama seçimler yapıldı, Anavatan kazandı. Özal başbakanlığı almak için Çankaya'ya çıktı. Üstelik Evren'i de kucakladı. Türkiye'de o kadar demokrasi yerleşti artık.

Peki... Biraz kabaca oynanıyor da olsa bir tür siyasi satranç izliyoruz Çankaya konusunda. CHP, Erdoğan'ı seçtirmeyeceğiz, dedi, aylarca Erdoğan konusu konuşuldu. Sonra aniden AK Parti, Abdullah Gül'ü aday gösterdi. CHP niye Erdoğan'ın üstüne gitti, AK Parti niye Gül'ü aday gösterdi?

Türkiye'de insanlar, AK Parti'ye bu parti bizi adam yerine koyuyor, bizim gerçek sorunlarımızla ilgileniyor diye oy veriyor. Üstelik sadece dinciler değil, dindarlar da, dindar olmayanlar da bu partiye oy veriyor. AK Parti'liler zaten dinci değiller. Bunlar dindar insanlar ve laik bir politika yürütüyorlar. Ama CHP'nin temsil ettiği bir görüş, bir 'malum korku' var bu ülkede.

Malum korku nedir?

Eğer bir insan Müslümansa... Yani Müslüman gibi davranıyorsa, namaz kılıyorsa, eşinin başı örtülüyse ve zaman zaman Müslümanlık'tan çıkardığı bazı değerlere atıfta bulunuyorsa, bu insanın laik bir politika izlemesine imkân yok. Bu insan muhakkak dine dayalı bir devlete doğru toplumu sürüklemeye çalışır. İşte biz aslında böyle bir eğitim gördük Türkiye'de. İsrailli bir yazarın 'Öğreten devlet' diye bir kitabı çıktı yeni. Yazar, 'Türkiye'de insanlar öyle bir eğitim gördüler ki, dinle uzaktan yakından bir ilişkisi varsa, o insan ilerici olamaz, rasyonel düşünemez, o insan gericidir ve cumhuriyeti bugünkü değerlerinden uzaklaştırır diye bir inanış var' diyor.

AK Parti'nin önde gelenleri, 'Biz değiştik' diyerek bu partiyi kurdular. Değiştiklerine göre, demek ki daha önce dindar değil, dincilermiş, hedefleri de bir İslam devleti kurmakmış. 'Değiştik' demelerinden bu anlaşılmıyor mu?

Ben o yoruma katılmıyorum. Bu insanlar nede değiştiler biliyor musunuz? Terminolojide değiştiler. Erdoğan eskiden Rize'den İstanbul'a göç etmesine, 'Hicret ettik' diyordu. Şimdi 'Taşındık' diyor. Erdoğan terminolojisini, kullandığı sözcükleri değiştirdi. Yoksa onun düşüncesi hiçbir zaman din devleti kurmak değildi. Gerek Erdoğan gerek Gül, İslam'ı kişisel düzeyde ele alıyorlar. Hiçbir zaman Medeni Kanun'u değiştirmeyi düşünmüyorlar.

AK Parti hükümeti döneminde zinayı suç sayma, çocuk kitaplarına tuhaf bilgiler koyma, şehirlerde kırmızı noktalar oluşturup içkiyi yasaklama gibi girişimler oldu. Bunlar dini, kişisel düzeyde yaşamanın örnekleri ve girişimleri midir sizce?

İki şeyi birbirinden ayırmak gerekir. Erdoğan, Gül ve Abdüllatif Şener gibi bir üst kademesi var partinin. Esas itibarıyla bunlar karar veriyorlar. Meclis Başkanı Arınç arada sırada çıkışlar yapıyor ama cumhurbaşkanlığı meselesi hariç onun görüşleri hiç hâkim olmadı AK Parti'de. Partide elbette eski görüşten insanlar var. Onlar zaman zaman bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Belediyeler düzeyinde de yapıyorlar ama böyle abuk sabuk işler yapıldığında Erdoğan ve üst kademe devreye giriyor, bu girişimlere son veriyor. Bu önemli. Her yapılan üst kademeye mal edilmemeli.

AK Parti'li birinin Çankaya'ya çıkmasına karşı çıkanlar, 'Bütün toplumu kucaklayan birisi olmalı Çankaya'da' diyorlar. Bunu söyleyenler Cumhurbaşkanı Sezer'i de çok övüyorlar. Sezer bütün toplumu kucaklayan biri miydi?

Değil tabii. Sezer CHP'li.

Sezer'i 'toplumu kucaklayan' cumhurbaşkanı, AK Parti'li Erdoğan'ı ya da Gül'ü de 'toplumu kucaklamayan' biri olarak nitelersek... 'Çankaya'ya bize benzeyen biri çıkmalı' türünden bir dayatma olmaz mı bu? Yani bir anlamda, 'CHP'liler Çankaya'ya çıkabilir, AK Parti'liler çıkamaz' türünden bir bölücülüğe saplanmaz mıyız?

Kesinlikle... Geçenlerde bir dergide bir yazar 'Kemalizm Türkiye'de başarılı oldu. Çünkü sonunda AK Parti'nin iktidar olmasına yol açtı. Bu iyi bir şey. Bu insanlar başa geldiler ve laik esaslara göre hareket ediyorlar. Ekonomide, dış politikada başarılı oldular. Atatürk hayatta olsa, bugün yapılanları yapacaktı' diyordu. Katılıyorum.

AK Parti'nin devlette yoğun bir şekilde kadrolaştığı inkâr edilemez. Kadrolaşma için ne diyorsunuz?

2003 seçimlerinden sonra Yargıtay üyesi bir hâkim bana, 'Biz bunlara göz açtırmayacağız' dedi. Bir hâkim ne insanlara göz açtırmak ne de açtırmamak yetkisine sahip. O, önündeki dosyaya bakacak. Bakın... Türkiye'de ilk kez, İslamcı olarak bilinen bir parti tek başına iktidara geldi. 1923'ten beri bürokrasi hiç böyle bir partiyle çalışmadı. İş yapabilmek için bürokraside değişiklikler yapmanız gerekir. AB sürecine, ekonomiye, yabancı sermaye girişine, dış politikaya baktığınızda, bu yeni atananlar başarılılar. İşler iyi gidiyor. Demek ki, dindar da olsalar bu insanlar ehliyetliler. AK Parti'nin şu ana kadar yaptıklarına bakıldığında, din devleti kurma isteğinin olmadığı görünüyor. AB yolunda ilerlerken din devletine doğru yol almak mümkün mü? Burası din devleti olsa, bizi AB'nin içinde tutarlar mı? Türkiye'de askeri müdahale oldu, bizi Avrupa Konseyi'nden neredeyse çıkarıyorlardı.

AK Parti toplumu kucakladığını iddia ediyor. Peki Türkiye'de bütün kadınlar türbanlı mı ki, Merkez Bankası Başkanlığı dahil her yere eşi türbanlı olanlar atandı hep? AK Parti sadece eşi türbanlıları bir yerlere atayarak toplumu kucaklamış mı oluyor?

Eşi başörtülü olan bir cumhurbaşkanı, başbakan veya bir bakan, laik bir cumhurbaşkanı, başbakan ya da bir bakandan farklı hareket etmiyorsa, eşinin başörtülü olması bizim estetik duygularımızı zedeleyebilir ama Türkiye bundan bir zarar görmez. Üstelik araştırmalar da gösteriyor ki, bu toplumun yüzde 75'inin türbanla bir problemi yok. Başlarını örten insanların çok çok küçük bir bölümü din devleti istiyor. Yani bunların çok çok küçük bir bölümü tehlikeli sayılabilir.

Bir de 367 meselesi var. Parlamentonun 367 üye olmadan Çankaya seçimi için toplanamayacağı söyleniyor. Bu kural bundan önceki hiçbir cumhurbaşkanı için uygulanmamış. Eğer 367 doğru kuralsa 1980 sonrası hiçbir meşru ve yasal cumhurbaşkanımız olmamış anlamına gelmez mi?

Aynen o anlama gelir tabii. Maalesef biz hukuki olması gereken bu analizleri politize ediyoruz.

'AK Parti'nin cumhurbaşkanı seçmek için mutlaka 367 üyeyi bulması gerekir' diyenler, sizce neden bu kuralı Sezer'in ya da Demirel'in seçiminde hatırlamadılar?

Onları laiklik ilkesine tehlike olarak görmediler. AK Parti hükümetini ise tehlikeli görüyorlar. Onun için de anayasayı böyle yorumlamayı tercih ediyorlar. Yoksa Sezer seçilirken 367 aranmadan Meclis toplandı ve Sezer'i seçti. Eğer şimdi 367'yi ararsak, Sezer'in cumhurbaşkanlığını ve bütün yaptığı şeyleri iptal etmemiz gerekir.

Bir devlet için hukuk ve ilkeler mi önemli? Yoksa asker-sivil bürokrasinin kucaklayacağı bir cumhurbaşkanına sahip olmak mı?

Biz politikamızı Türkiye'nin İslam'a kaymasına odakladık. Ama Türkiye İslam'a kayamaz. Çünkü araştırmalar gösteriyor ki bizde halk bir partiye dinci diye oy vermiyor. Kendisine hizmet ederse oy veriyor. Oy almak için İslam adına bir şeyler yaparsanız gelecek seçimde bu ülkede oy alamazsınız. İki, Türkiye, AB'ye girmeye çalışıyor. Türkiye İslam'a kayarsa, onu AB'den atarlar. Ayrıca yabancı sermaye gelişi de durur. Bir parça aklınız varsa, hiçbir ilkeniz olmasa bile, en azından iktidarda kalmak için İslam'a doğru gitmezsiniz. Çünkü bu ülkede askerin müdahalesinden önce başka dinamikler var. Küreselleşen dünyada artık kendi başımıza değiliz. Dünya bizim aleyhimize karar verirse hiç de iyi şeyler olmaz.

Wednesday, January 24, 2007

Yarim kalan devrim

Bir suredir Alman devrimi uzerine okuyorum. Komik sey aslinda Almanlardan bir devrim beklemek. Oylesine disiplinli oylesine organize oylesine dakik oylesine kurallarina bagli bir toplumdan devrim beklemek olacak sey degil. Cunku devrimler olaganustu sartlarda olaganustu bir duzensizlikle meydana gelir ki duzensizlik bir Almanin en cok nefret ettigi olgulardan biridir. Zaten Alman devrimi de belki de Almanlarin bu disiplin, duzen, intizamperverliklerinin bir neticesi olarak yarim kaldi. Mevzuya 1914 den baslamak gerekir belki de. Her ne kadar devrim 1918 Kasiminda vuku bulmus olsa da. Alman devrimini yapan degil de ustlenen, ustlenmek zorunda kalan parti diyebilecegimiz ve 1912 secimlerinden en buyuk parti olarak cikmayi nihayet becermis olan ama nedense hukumete sokulmayan (cunku kabineyi ve basbakani atama yetkisi Kaiserde idi ve de Sosyal demokratlardan “fareler” diye bahsederdi) Sosyal Demokrat Parti (bundan sonra SPD olarak anilacak) 1914 de buyuk savasa basladiginda tarihin ikinci en buyuk krizi ile karsi karsiya kaldi. Daha onceki krizi Revizyonistlerle ile Marxist dogmatikler arasinda cereyan etmisti. (bilin bakalim Dogmatiklerin Turkiye muadili kimlerdir?)
O ilk krizin sebebi ise SPD devrimci bir parti midir yoksa evrimci bir parti midir? lafazanligi idi. Partinin kuruculari Alman endustri devrimini yasamis en buyuk acilari, baskilari, hapisleri gormus adamlardi ve retoriklerinde "gun gelecek devrim olacak ulan aristokratlar, ulan burjuvalar mezarinizi kazmaya baslayin." laflari girla gidiyordu. Halbuki Almanya endustri devriminin ileriki sureclerinde inanilmaz bir servete kavusmus eskiden yirtik pirtik kiyafetlerle dolasan (Lumpen Proletariat ismini bunlardan alir) Alman iscisi refahtan pay kapmaya adam gibi mintan fistan giymeye baslamisti. E tabii bu durumda Marx’in ongorusu olan kapitalismin ileri sureclerinde iscilerin zincirlerinden baska kaybedecek bir seyi olmayacak ongorusu de bosa cikmis oluyordu. SPD'ye uye olan sendikalar ve isci topluluklari ise “ulan cebimiz para gordu uc kurus. Ne devrimi ne guzel tikirinda gidiyor islerimiz” demeye ve partiye Marxist devrimci retorikleri programindan cikarmasi icin baski yapmaya basladilar.
Partinin kurucusu ve neredeyse herseyi olan AUGUST BEBEL denen ben-i adem, ki basit bir isciydi, (Dusunun Turkiyenin so-called Sosyal Demokrat Partisi olan CHP nin basinda bir isci var? Gel de inan. :)) mucadele gunlerinden gelen "Yarin sabah devrim olacak" hayali ile yatip kalktigi icin en azindan eski gunlerin hatirina Marxist devrimci retorikleri parti programindan cikarmaya pek de hevesli degildi amma velakin SPD oylesine buyumus oylesine zenginlesmisti ki partinin onlarca gazetesi onlarca sendikasi onlarca genclik, kadin, spor, sosyal kulupleri kurulmustu. Parti devlet icinde devlet gibiydi masallah. Yaklasik 4.5 milyon uyesi ile degil avrupanin dunyanin en organize isci partisi idi. Isler bu kadar tikirinda giderken bu devrim lafida nerden cikmisti yahu? Revisyonistler aldi sazi eline ve “devrimci partiyiz” uydurmasinin parti programindan cikarilmasini istemeye basladilar.(Tipki bizim CHP gibi. Ilericiyiz ayagina geriye yatar ya inekler) Bu revizyonist akimin basini Eduard Bernstein namdar bir Yahudi cekmekteydi. Kendisi eskiden SPD nin en namli gazetesi WORWATS'in editoru, bayagi meshur bir politik aktivist idi. Tabii ki onun bu “devrimci parti lafini cikaralim programdan” muhabbeti buyuk tepki ile karsilandi. Halbuki artik gercekten devrimci parti degillerdi ve legal sinirlari zorlamayan bir parti olmak istemekteydiler.
SPD 1890 yilina kadar illegal idi.SPD uyeleri bagimsiz olarak secime girebiliyorlardi. Ama bayagi azgin bir anti sosyalist olan Bismarck'in iktidardan dusmesi ile yeni iktidar herkese mavi boncuk dagitmak isteyen 2. Wilheml onderliginde, SPD'yi legal parti olarak kabul etti ve onlara yasalar dahilinde politik mucadele hakki tanidi. Ve SPD secimlere girmeye mali goturmeye basladikca devrim lafi daha bir az siklikta terennum edilir oldu. Hal boyle iken Bernstein’in “ne gerek var bu ikiyuzluluge” demesi parti icinde calkalanmalara vesile oldu ve Bernstein ve taifesi partiden sepetlendiler. Revisyonistlerin yenilgiye ugratilmasi SPD de sorunlarin bittigi anlamina gelmiyordu. Parti icinde hala guclu bir Sosyalist Devrim taraftari grub vardi. Bebel muteveffa olmus yerine Eski bir semer ustasi olan Friedrich Ebert ve hemen her parti ici oylamada yenilgiye ugramis olan Hugo Haase adinda bir yahudi entellektuel in ortak liderligi almisti. Friedrich ne buyuk bir hatip ne de buyuk bir entellektuel idi sadece cok yetenekli bir yonetici ve organizatordu. Bebel den cok da farkli dusunmemekteydi. SPD legal bir parti idi ve bu sinirlari zorlamamaliydi. Asil gaye devrim degil parlamenter bir rejim olmaliydi. Ebert parti lideri olarak parti uyelerinden ve REICHSTAG daki SPD vekillerinden sadece parti disiplinine uymalarini istemekteydi. Bebel devrim lafina gicik oldugu gibi devrimcilerden de tiksinirdi. Kendisine bir Alman devrimcisi demekten ziyade Alman yurtseveri demek daha dogru olurdu. (gerci benim hoca milliyetci der kendisine ama ben inatla patriot demeyi tercih ediyorum.)
Bu donemde SPD tarihinin ikinci buyuk krizi ile karsi karsiya kaldi. Birinci Dunya Savasi kopmus ve Alman hukumeti savas butcesinin onaylanmasi icin meclise bir tasari gondermisti. SPD parlamentodaki en buyuk parti idi ve SPD vekilleri arasinda bu hukumet tasarisina nasil bir cevap vereceklerini kara kara dusunmekteydiler. SPD li vekillerinin dusuncesine gore bu savas emperyalist bir savas idi ama Almanya saldiri altindaydi onlara gore ve butceyi onaylamk bir vatan borcu idi. Gerci SPD li vekillerin 16 si (ki aralarinda partinin diger lideri Hugo Haase de vardi) bu butcenin onaylanmasina sirasinda Kabul oyu vermekle beraber muhalefet serh koymuslardi. Bu parti disiplinineden bir sapma idi ve Ebert kuplere binmisti fakat Almanyanin karsi karsiya kaldigi su kriz esnasinda bir de parti krizi cikarmanin yeri olmadigini dusunmustu belki de ki bu muhalefet serhi koyanlarla simdilik bir disiplin mucadesine girmemisti. Bu arada savas butcesini onaylayanlar arasinda Karl Liebknecth de vardi (Kendileri partinin kurucusu William Liebknecht in veledi olurlar) Almanlar savasin kisa surecegini dusumusler ve hazirliklarini yillar oncesinden ona gore yapmislardi. Ama savas uzadikca kaynaklari dusmanlari Ingiltere Fransa ve Rusyaya oranla daha az olan Almanya her yonden yipranmaya baslamisti. Yiyecek yetrsizldi ham madde yoklugu had safhadaydi. Halk resmen surunuyordu. Savasin kazanilamayacagina dair endiseler her ne kadar savasi yurutrenler aksini iddia etse de, artmaya baslamisti. Bu hangamnede 1916 yili sonlarinda SPD liderligi inatla her seferinde onlerine sunulan hukmetin hazirladigi savas butcesini elelri titremeden imzaladigi halde parti ici muhalefet de SPD nin bu jkatisiksiz savas taraftarligina karsi sesini cikarmaya basladi. 1917 Martinda ise kendilerine bagimsiz sosyal democrat diyen bir grup (bundan sonra USPD denecek) SPD nin savas yanlisi tutumunu protesto ederek partiden istifa etti ve USPD yi kurdu. Partyinin kuruculari 1914 deki ilk savas butcesine muhalefet serhi koyanlardi ve partyidne istifa edebler arasinda Hugo Haase de vardi. Ve USPD ile birlikte SPDye bagli hatiri sayilir miktardakli sosyal kulupleri ve gazeteleride partidne ayrilmis USPD bunyesine katilmisti. USPD nin SPD den ayrilan en onemli yani savasa derhal son verilmesini talep etmeleri idi ve bu ugurda mucadeleye baslamislardi. Tabi ki kendilerine vatan haini muamelesini sadece koyu tutucu krallik taraftarlari degil eski yoldaslari olan SPD lilerde yapacakti.
Baslik Yarim Kalan Devrim di. Bu yazi da yarim kaldi. 

Wednesday, October 18, 2006

Taskent 1917

Aslinda her sey 1864 de baslamisti.

1864 Taskentinin ve Turkistanin (Orta Asyanin guney yarisi) rus egemenligine girdigi yildi. Ruslar askeri idari yerel unsurlari yikip yerine kendi sistemlerini kurmuslar ama yerel dini idareye dokunmamislardi. Bu sebepten dolayi Orta Asya Ulemasi bin yildir gormedikleri bir ozgurluge kavusmus halkin sekuler bir secenk olmadigi icin liderligine soyunmuslardi. Bunu yaparken de rus idaresini yabancilastirmamaya azami ozen gostreriyorlardi. Cok acikti ki ruslara karsi bir kalkismanin husran ve kan seli ile sonuclanacagi asikardi. bu sebepten dolayi muslumanlarin ic butunlugunu korumak icin ellerinden geleni yapmaya koyuldular. Halk uzerindeki otoriteleri bnufuzlari sasrilmaz gorunuyordu Cedid aydinlarinin 1890larin sonunda b9olgede gorulmelerine kadar.

Kimlerdi bu cedidle? Cedid yeni demek Cedidciler muslumanlarin modernlesmelereirni batilililasmalarini isteyen ilimli bir entellektuel hareketti. Dertleti halkin okur yazarlik seviyesini yukari cekmek halkin rusca ogrenmesini(batiya acilan kapi rusca idi) ve rusya ekonomik sosyal politik sisteminde hakettikleri yeri almalarini saglamkti. bu amacla sayisiz modernlestirilmis okul kurmus sayisis yayin evi acmis ve bu yayinevlerinde okul kitabi basmaya ozel bir gayret gosterdikleri gibi sureli yayinlarda kurmuslar halki aydinlatmaya calismaktaydilar.

onlar icin din ikinci plandaydi halkin refahi aydinlanmasi dinden once gelirdi.

bu cok basit retoriksel hata onlara pahaliya mal oldu. Ulema (kadimciler) onlari dinsizlikle musluman dusmanligi ile kafirlikle suclamis halkin onlara dogru kaymasini onlemeye calismislardi. Her ne kadar basin Cedidcilerin elinde olsa da kadimciler camilere hakim durumdaydilar. Dolayisi ile halkin uzerindeki etkilerini korumaktaydular. ayni zamanda cedidciler bir baska buyuk hata yapmis ve pan turkist fgoruslerini yaymaya caklismislardi. tabii ki rus idaresi altindaki bolgelerin okullarinda bunu yapmak o okullarin kapatilmasi anlamina gelecekti. Turkistan bolgesinde okullarin kapanmasi ancak 1905 devrimi onledi. Ama bu okullar buyuk bir abski altindaydi ve terisatini kolaylikla vereniyordu. her aidmlari Ruslar ta5afindan izlenirken Cedidciler coktan gucendirdikleri coktan kendilerine dusman ettikleri kadimcilerden de bir yarim alacaga benzemiyordu.

Kadimciler her ne olursa olsun ruslar ile baris icinde ama ayri bolgelerde yasamak taraftariydilar. bniye olmasin ki? halk uzerindeki prestijleri etkileri goruklmemis seviyedeydi ve bunu onlara ruslarin bolgeyi isgali saglamisti diger yanda da ruslara karsi bir hareketin beyhudeligi ortadaydi.

Bu durum ruslarinda isine geliyordu. Turkistandaki meskun ruslar orta asyadaki ayricalikli konumlarinin tehlikeye girmesini istemiyorlardi. Kendi kosullarini kabul eden bir musluman cogunlugun icinde ayricalikli azinlik olmak pek bir islerine geliyordu.

fakat cedidciler kadimcilerin hayallerinde bile gormeidkleri taleplerde bulunuyorlardi ruslardan. her alanda esitlik istiyorlardi kadinlara okuma yazma okula gitme istedigi ile evlemnme baslik parasisni kaldirilmasi muslumanlarin modernlestirilmesi gibi cablarin icine giriylar Ruslari dehsete dusuruyorlardi.

Cedidciler kadimci ulemanin din kartina karsilik milliyetcilik kartini one surmustu. fakat bunda samimi olup olmadiklarini zaman gosterecekti.

1917 mart (Liberal) devriminden sonra cedidciler butun rusya muslumanlari kongresini toplayip DUMA da muslumanlar adina soz sahibi olmak isteyecekti ki buna benzer bir seyi zaten 1905 devriminden sonra KAdet (Rus Liberalleri) partisi ile gerceklestirmeye coktan baslamislardi. Ama 1917 Mart devrimi bir baska idi dogrusu. agzi olan konusuyordu. Kadimci Ulema cedidcilerin bu kongre ile butun rusya muslumnalari adina soz sahibi olmaya baslayacagindan cekinerek Musluman ittikafi adinda bir cemiyet kurmuslardi basina da sher ali lapin adli kazak bir avukati(molla degil) getirmisler kendi sorunlarini ruslari gucendirmeden dile getrimeye baslamislardi. Ve gercekten de iyi bir calisma yapiyorlardi aslinda. iyui orgutlenmeciydiler. toplantilar konferanslar mitingler duzenliyorlardi. ve onlarin bu orgutsel ve secim basarilari karssinda Cedidciler adeta ezilmekteydiler. tyerel secimlerde kadimciler cedidcilerin en az 8 kati oy almislardi. butun yere komistyionlarda kadimcilerin ustunklugu vardi ve onlarin komisyonlardaki ustunlugu karsisinda cedidiciler komisyonlardan elimine eidlmislerdi. Kadimcilerde Ruslari tercih ediyiorlardi aslinda. Cunku ruslar muslumnalarin ic islerine karismazken cedidciler musluman toplum icine ayrilik tohumu atmaktaydilar.

Kadimcilerin bu muzaffer gunleri cok surmedi. Ekim 1917 Bolsevik devriminden sonra Bolsevikler orta asyada isbilrigine gidilebilecek grup olarak cedidcileri gorduler ve cedidciler bunu firsat bilip kadimcileri 1920ler boyunce bolsevik semsiyesi altinda yok etmeye giristiler kelimenin bir diger anlami ile kendi halklarina silah dogrulttular. cunku onlara yani cedidciler yani pan turkist milliyetcilerine gorwe bolsevik rejim bir batililasma araci idi bir kurtulus idi.

ama stalin hic de oyle dusunmuyordu

kadimcilerin isini bitirdikten sonra teker cedidci idarecileri avlamaya basladi.

1939 da turkistan bolgesinde eski cedidci aktivistlerden kimse kalmayacakti.

 

Saturday, September 30, 2006

Cok uzun zaman once Sterlide

Eylul 2000- Temmuz 2002 arasinda Baskurdistan Sterlitamkda bir Turk lisesinde calisiyordum
Cok ilginc bir tecrubeydi
o zamanki comezligim ve de ruscayi iyi bilmeyisim nedeniyle sterlitamagin baskurtlarin tarihi bas sehri oldugunu oradayken asla ogrenemeyecektim. ne zaman ki buraya geldim ve yaklasik 150 yil once yazimis bir tatar alimin yazdigi kitabin ingilizcesi elim gecene kadar da bundan haberdar olmadim. ne aci yahu!
elinize dunyada cok ama cok az kisiye gecmis bir firsat geciriyorsunuz ve bunu hoyratca heba ediyorsunuz.
Biraz sterlitamak resimleri asayim suraya
acilarim depresti gene aslinda sterlide cekilmis bayagi bir resim varda hepsinde ben oldugum icin kendi reklamimi yapmamak babinda onlari asmiyim :))
Burayi hatirliyorum Bu parkin icinden gecip kapali spor salonunda cuma aksamlari futbol oynamaya giderdik.
Sterlitamak benim orada bul;undugum yillarda duydugumuza gore ust uste bir kac defa Rusyanin en temiz ucuncu sehri felan secilmis. Tabii subotnik denen cumartesileri vatandasi parklarda kar kurumeye zorlayan bir sistemin faydasi ve benim bu subotniklerdeki olaganustu gayretlerim Sterli yi en temiz kategorisine soktugu inkar edilemez bir gercektir.
Kar temizledigim gunlere ait bir kac fotografim var gereken degisiklikler yapildiktian sonra buraya bilahare asilacaktir.

Bu arada Sterlitamak Tatar Nufusun Baskurt nufusa baskin oldugu yerlerden biriydi ve bu tatar nufus sterlinin is yasamina da egemen olmasinda onemli rol oynayacakti. Yandaki resimde ki bankanin sahibi kimdir bilmem ama bina oldukca yeni. Olsun olsun en gec 1990'larin sonunda insa edilmis olsun. Bu binayi gordugumu hatirlamiyorum ben sterlideyken. Ama benzeri binalarin mantar gibi yerden pirtladigini belirtmek gerekiyor. vay be simdi yilin su zamaninda (Ekim 13) sterliye ne bicim kar yagiyordur. veya keske kar yagsa dedirtecek derecede soguk bir havada insanin suratini parcalayan yagmur damlaciklari yeryuzune dogru saliniyordur.

Guzel yerdi vesselam. Yokluklar ulkesiydi be kardesim
turk mutfagina dair hemen hic bir sey yoktu. Bildiginiz uzere zeytin hastasiyimdir. Zeytin yoktu ve zeytine ve zeytinyagina hasbel kader orda dukkan acmis turk esnaftan alirken iyi para doktugumu hatirliyorum. Turk esnaftan bahsederken ordaki iki esnaf abiden bahsetmemek olmaz tabii. adlarini verecek degilim. ahmet ile mehmet olsun. ikiside kayseriliyid hemde sapina kadar en tipik ozellikleri ile kayseriliydiler. ikiside 35 yas civarindaydilar ikiside yoklukl;ardan sonra biraz birikim yapabilmis kisilerdi. ne is yaparlardi derseniz kucuk bir firinlari ve firina ilistirilmis kucuk bir firinlari vardi. Ikiside Turkiyedeyken culsuzdu. Ikiside Hocaefendinin cagrisina uyup varlarini yoklarini satip rusyaya ticaret yapmaya gelmisti. ikiside sattiklari evlerini geri alabilecek kadar para biriktirmis ve evlerini de geri almislardi. Fakat cok musteki idiler Rusyadaki calisma kosullarinda. Ruslarin onlara is yaptirmamak icin ne dumenler cevirdiklerini anlatilardir. Ustune ustluk yanlarinda calistirdiklari elemanlarin is ahlakindan yoksunluklarindan alkolikliklerinden ekmek malzelerinden calmalarindan hep sikayet ederlerdi,. hatta bir keresinde adi ahmet olan "bu dukkana icki sisesi sokan kisinin anasi soyle boyledir" demis ama bizim icki icmeyi kafaya koyan Rus icki sisesini zemin kattaki firinin penceresine koymus bir kamis ile ickisini icmeye baslamis. Bizim Kayserili de sinirlenecegine adami opmus "ulan iyi ulan aferim" diye.
malzemelerden de calarmis bu rus isciler. ozellikle de sekeri calarlarmis. O sebepten sekeri once kilo ile tartip isciye verirken bu sefer sekeri islatip vermeye baslamislarmis. Valla o rus calmayi kafaya koyduysa sanirim calacak baska sey icat ederdi.
devam ederik artik

Geçmişten bugüne zeytinyağı kültürü

Oya Arman diye bir hanimin yazisidir
kendisine buradan ulasabilirsiniz oayman@bugday.org

ASIRLIK zeytin ağaçlarının, badanası dökülmüş bakımsız yazlıklar, bitmemiş inşaatlar, toprak/asfalt yolların arasında tek tük fark edilebildiği Edremit-Altınoluk yolunda ilerliyorum. Yol boyunca plajlar adeta insan kaynıyor. Sıcak! Üstelik trafik de var. Neyse, az yolumuz kaldı. Altınoluk’tan Küçükkuyu’ya varınca yolun sağında, aradığım müzenin tabelalarına rastlıyorum. Bir kilometre, beş yüz metre; derken yolun solundaki taş binayı fark ediyorum; aradığım Adatepe Zeytinyağı Müzesi burası.

Bahçede kocaman değirmen taşları, dev vidalı presler, zeytin sepetleri karşılıyor beni. İki katlı taş binayı dolaşmadan önce yan taraftaki küçük dükkana giriyorum. Burada zeytin ve zeytinyağı ürünleri satılıyor. Kekikli zeytinyağlarını, biberiyeli zeytinyağı sabunlarını incelerken müze müdürü Metin Erden geliyor yanıma. Müzenin bahçesinde yaptığımız sohbete zeytinin mucizelerini anlatarak başlıyor:
"Burada köylüler sabah kalkınca ilk iş, zeytin odunuyla yakarlar ocaklarını. Onun ateşinde ekmek yapar, çay demlerler. Kahvaltıda zeytinyağı ve zeytin baş köşededir. Yemekler zeytinyağlıdır. Temizlikte kendi yaptığı zeytinyağı sabununu kullanır köylü. Çamaşırı, bulaşığı onunla yıkar. Karanlık olduğunda zetinyağıyla kandilini yakar. Bir de şifai etkileri var ki bu konuda uzman değilim..."
Zeytin ve zeytinyağının sadece Edremit ve çevresi değil, Ege ve Akdeniz’in pek çok bölgesinde bir yaşam kültürü oluşturduğunu anlatıyor Metin Erden. Ancak bu kültür giderek mutfak kültürü ile sınırlı kalmaya mahkum oluyor. Zeytin ağaçları betona yenildikçe kökeni binlerce yıl öncesine dayanan zeytincilik kültürü de yok oluyor.
Mahmut Boynudelik, Haluk Yurtkuran ve Erhan Şengel de son yıllarda zeytinyağı üretim teknolojisindeki değişikliklerin, pek çok makine ve teçhizatın hızla yok olmasına yol açtığını fark ederek bu kültürü gelecek kuşaklara aktarmak için kolları sıvamışlar. Çoktan yitip gitmiş bir döneme ait objelerin yanına kimileri hâlâ kullanılmakta olan birçok alet ve eşyayı getirip Küçükkuyu’da eski bir taş binayı restore ederek Zeytinyağı Müzesi’ni kurmuşlar. Müzeye de Kaz Dağları’na sırtını yaslamış, zeytincilikle uğraşan ve koruma altına alınmış bir köy olan Adatepe’nin adını vermişler.

Müzenin yer aldığı iki katlı taş bina, 1952 yılında eşraftan (Burnazlar) bir şahıs tarafından sabunhane olarak inşa ettirilmiş. Zaman içinde sabun üretimi durmuş. Daha sonra sinema, düğün salonu, elişi kursu gibi sosyal ve kültürel amaçlar için kullanılan bina, birkaç yıl önce bir marangoz ve tekne ustasının paylaştığı bir harabe durumundayken Haluk, Mahmut ve Erhan Bey burayı keşfetmiş ve zeytincilik kültürünün bu denli yaygın olduğu bölgede bir müzenin eksikliğini fark ederek burayı müze haline getirmeye karar vermişler. Bina, bugün Edremit çevresinden olduğu kadar Türkiye’nin her yöresinden pek çok ziyaretçiye kapılarını açıyor. Müze, ziyaretçilerine, unutulmaya yüz tutmuş zeytinyağı ve sabun gibi mamullerini elde etme yöntem ve araçlarını yeniden gündeme getirmek, zeytinyağını anlatmak ve sevdirmek amacıyla ücretsiz olarak hizmet veriyor.
Müzenin kurucuları, zeytinyağının yeniden gündeme gelip çok tüketilmesiyle birlikte, zeytin çiftçisi ve geleneksel zeytinyağı üreticilerinin ürünlerinin daha çok değer kazanacağını, dolayısıyla bu kültürün yaygınlaşmasıyla zeytin ağaçlarının katledilerek yerine beton yığınlarının yapılmasının bir nebze olsun engelleneceğini umut ediyorlar.
Müzenin ilk katında sızma zeytinyağı üretiminde hâlâ kullanılmakta olan makina ve aletler sergileniyor. Metin Erden, sızma zeytinyağının bu aletlerle nasıl elde edildiğini anlatıyor:

"Zeytin çuvallarla geliyor. Yıkama ve yaprak ayırma makinesinden geçiyor, tartılıyor. Sonra taş değirmen havuzuna 400-500 kilo zeytin konuyor. Zeytin burada çekirdekleriyle birlikte 30-35 dakikada hamur haline geliyor. Makinanın çıkışında tekneye dökülen zeytin hamuru, bir pompa vasıtasıyla hindistan cevizi lifinden hasırların arasına konularak presin altına sürülüyor. Su basıncıyla çalışan ve cm2 başına 350 kg. ağırlık veren pres, hasırları sıkıştırıyor ve bu işlem 45-60 dakika sürüyor. Zeytinin içindeki meyve suyu ve yağ boruyla ayrıştırma tankına (pulima) geliyor. Zeytinin kara suyu dipte kalıyor ve üste çıkan yağ bir tarafı düz, altı delikli özel maşrapalarla alınarak kovalara dolduruluyor. Kovalar paslanmaz çelikten dinlenme tanklarına elle boşaltılıyor. Sıcaklığa bağlı olarak zeytinyağı bu tanklarda 1-3 hafta arasında dinlendiriliyor. Ortam sıcaksa yağ posası daha çabuk dibe çöküyor. Posaların sık sık en dipteki vanalar açılarak alınması gerekiyor. Çünkü posa asit oranını artırarak yağı süratle bozuyor. Dinlenen yağ daha sonra pamuklu filterelerden geçirilerek süzülüyor."

Müzede bugün dinlenmenin yapıldığı çelik tanklarla eskiden dinlendirme için kullanılan dev seramik küpler yan yaya sergileniyor. Bu seramik küplerde posa dibe çöktükten sonra yağ başka bir küpe aktarılırmış. Bu aktarma işlemi yağın posası bitinceye kadar devam edermiş.
200 yıllık ahşap pres...
Müzenin bir köşesinde binanın sabunhane olarak kullanıldığı dönemden kalma 50 yıllık kazan ve fırın bulunuyor. Bu kazanda bir defada 10 ton sabun yapılabiliyormuş. Taş merdivenlerden çıktığımız ikinci katta ise sabun kalıpları, ahşap presler, sıkma aparatları, tekneler, kandiller, maşrapalar, zeytinyağı kültürü ve tarihini anlatan dev afişler yer alıyor. 200 yıllık ahşap pres elde yontularak yapılmış. Kaldıraç sistemine göre çalışan sıkma aparatları ise 150-200 yıllık.

Metin Erden bahçedeki değirmen taşı ve ahşap preslerin kullanım öykülerini aktarıyor:
"Eskilerde zeytinyağı insan gücüyle elde ediliyormuş. Köylüler taşla tokmakla parçaladıkları zeytini Amerikan bezinden torbalara doldurur sonra bunu yalağa koyup üzerine sıcak su dökerek ayaklarıyla ezerlermiş. Bu, sızma sulu baskı yönteminin en ilkel şekli. Bazıları yatay değirmen taşının içindeki konik ezici taşa hayvan koşar ve taş döndükçe zeytin parçalanırmış. Sonra bu zeytinleri herhangi bir torbaya yerleştirip üzerine sıcak su dökülerek ahşap vidalı presler veya kaldıraç şeklindeki ahşap preslerle ezerek zeytinyağı elde ederlermiş."


Yüzlerce yıldır kullanılan insan ve hayvan gücü son 50 yıldır devreden çıkmaya başlamış ve kuru/sulu baskının makinalarla yapılma devri başlamış. Buna "kontinü sistem" adı veriliyor. Bu sistemde zeytinin hamur haline getirilmesi metal kırıcılarda gerçekleşiyor. Çıkan yağın sudan ve selülozik maddelerden (kabuk, çekirdekler) ayrıştırılması ise santrifüj separatörlerde yapılıyor. Kontinü tamamen dış atmosfere kapalı bir uçtan zeytinin konup diğer uçtan yağın çıktığı kapalı uzun bir hat.

Kontinü sistem her ne kadar hızla ve kesintisiz olarak çalışsa da (bu nedenle ekonomik olmasına rağmen) elde edilen yağ bazı hallerde metalik koku içerebiliyor. Operasyon boyunca zeytin hamuru sıcak su ile doğrudan temas halinde olduğundan bir miktar nefaset (lezzet) ve besin değeri kaybına uğruyor. Ayrıca zeytinyağına acılık veren bazı maddeler, kontinü sistemde uçup gidemiyor. Bu nedenle, yağ elde edildikten sonra 1-1.5 ay dinlendiriliyor. Oysa sızma zeytinyağı bütün dünyada taş değirmende ve sulu veya kuru preste elde edildiğinde daha lezzetli ve üstün kaliteli sayılıyor.

Muridizm

Ruslarin kuzey kafkasyaya dair ilk girisimleri Terek kazaklari vasitasi ile 1580'lerin sonunda olmus. Ve onlara ilistirilmis ortodox misyonerleri kuzey kafkasyada misyonerlik faaliyetlerine girismislerse de Rus devleti Osmanlilari kizdirmamak icin bu misyonerlik faaliyetlerine 1500'lerde pek musaade etmemisler. Ama Ruslarin bolgeye asil gelisi 1700'lerin ikinci yarisini bulur. O donemde kendini cok daha fazla guclu hisseden Rus devleti Kuzey Kafkasyayi uc ayri bolume ayirmis ortodoks misyonerligi acisindan.
1- Hala Bizansin dini ve kulturel mirasini icinde barindiran ama Islamiyetin de terakki kaydettigi Bati Kafkasya. Kabardayler Abhazlar adigeler bu bolumdedir.
2- Sozde musluman ama icerikde muslumanlik hristiyanlik paganism karisimi bir dini sekle burunmus Merkezi kafyasya bolumu. Osetler inguslah bu gruptandi.
3- Ve islamiyetin oldukca yogun ve koklu bir sekilde yerlesik oldugu dogu kafkasya. Cecenler dagistanlilar bu gruptandir.

Ruslar 1828'de Irana karsi Turkmencay ve 1829'da Turklere karsi Edirne Anlasmalari ile Kafkasyanin askeri kontrolunu ellerine gecirdiler. Ama askeri kontrolu ele gecirmek bolge halkinin da Rusyaya eklemlendigi anlamina gelmiyordu cunku Ruslarin Dagli (Gortsi) dedikleri yerli halkin Rus hakimiyetini sessizce kabul etmeleri pek olasi gorunmuyordu. Bu Dagli direnisinin en buyuk sebeplerinden birisi Ortodoks misyonerlik faaliyetlerinin yerli musluman halki gereginden fazla rahatsiz etmesiydi.
Aslinda Ruslar Kuzey kafkasyayi uce ayirmis ve Bizzans etkisinin hala gorulebildigi ve de halkinin nominal musluman oldugu yerlerde hristiyanligi yaymaya, Islamiyetin guclu oldugu kesimde ise muslumanlara dini anlamda otonomi saglamaya karar vermislerdi. Ilk basta Ortodoks misyonerler hristiyanligin temel prensiplerini halka ogretmek yerine onlari vaftiz etmeye daha cok agirlik vermisler ve bu caba icinde oldukca yuklu miktarda para harcamislardi. Her vaftiz olan yerli kisiye elli kopek, bir gomlek ve yerli halkin altin olduguna inandigi bakirdan bir hac veriyorlardi. BU vaftiz hediyelerini tekrar tekrar almak icin vaftiz olanlar bir daha vaftiz oluyorlardi. Daha sonra bir daha bir daha.
Uzun denebilecek bir periyottan sonra ruslarin elde ettigi sadece bir kac yuz nominal hristiyandi. Halbuki Musluman mollalar cok daha az malzeme ile cok daha buyuk basarilar kazanabiliyorlardi. Islamiyetin halk arasinda yayilmasinin sebeplerinden birisi de muslumanlarin hep yerel halktan kisileri kullanmalari oldu. Halbuki Ruslar hep outsider olarak hep isgalci olarak gorulmuslerdi. Daha dune kadar Ruslarla savasiyorlardi simdi ise Ruslarin isgalci guclerine yamanmak ve ortodox hristiyan olmak mi gerekirdi? Ruslar misyonerlik faaliyetlerinin zayifligi karsisinda baska yollar demeye calistilar mesela kendileri gibi ortodoks hristiyan olan Gurcu papazlari kullandilar.
Ama nafile!
Elde keklik saydiklari Nominal Musluman Inguslar bile Seyh Samilin kesin yenilgiye ugratilmasindan hayli zaman sonra Sufi dervisler vasitasi ile 1860'larin sonunda gercek anlamda muslumanlastilar.
Islamiyet asla basli basina bir din olmadi Kafkasyada. Aslinda bu butun Rusya muslumanligi icin gecerli bir tespittir.
Islamiyet milli kimligin korunmasinin asimilasyonun engellenmesinin Ruslara karsi direnmek icin guc biriktirmenin vasitasi oldu.
Ruslar hakli olarak kendilerine karsi direnisi yok edebilmek icin fethettikleri topraklarda yasayan insalarin kafalarininda fethedilmesinin gerekli olduguna inaniyorlar ve halki ortodoks hristiyan yapmaya calisiyorlardi. Gercektende hristiyanlasan halkin Ruslara karsi direnislerinde kirilma meydana geliyordu. Ruslar hristiyan olanlara bazi ayricaliklar tanimislar bazi vergilerden muaf tutmuslar bazi yukumluluklerininden affetmislerdir ama bu hristiyanlasan halklar asla Ruslar ile esit statude olmamislardi.
Ornegin Muhammed Tevkelev adinda bir Tatar donmesi Ruslara olaganustu hizmetlerde bulunmus cok basarili bir burokrat olmasina ragmen asla kendisine veya ogluna yuksek mevkilerde gorevler verilmemisti. Gorup gorecegi en yuksek makam bir yuksek burokratin yardimcisi olabilmekti.
ve madem ki butun donmeler Tevkelev kadar basarili ve yetenekli degildi o zaman bu hristiyanlasan kisilerin Ruslarla esit haklara sahip olmasina ne gerek vardi?

Monday, September 11, 2006

Acilin sacilin

Dun gece Douglas Northrop un "Veiled Empire: Gender and Power in Stalinist Central Asia" adli kitabini okuyordum. Kitapta Bolseviklerin ozbek kadinlarini acmak icin gosterdigi gayretleri ve de Ozbeklerin buna direncini okuyordum. Her nasilsa Bolseviklerin acmayi becerdikleri bir grup Ozbek kadin sovyet yetkililere bir dilekce ile basvurmus ve ozbek kadinini pecesinden kurtarma (!) operasyonunun buyuk bir direncle karsilastigini ve de gereken hizda ilerlemedigini belirtip bazi onlemler alinmasini istemisler
mesela

1- Peceli kadinlara pazarlarda satis yaptirilmasin
2- Peceli kadinlara satis yapilmasin
3- peceli kadinlarin dilekceleri reddedilsin
4- peceli kadinlara doktorlarin ve eczanelerin hizmet vermesi yasaklansin
5- peceli kadinlarin cocuklari okullara alinmasin
(Tercuman olmadigim icin ceviride yanlis yapmis olabilirim ayrica irticalen kitaba bakmadan yaziyorum.)
ne kadar ilerici degil mi?
benzer bir ilericiligi bizim kemalistci laikci hokkabaz hatunlardan da bekliyoruz ki ellerinden gelse cok daha ser isleri yapacak tiynette olduklari suphe goturmez bir gercek.

Kadinlarin ortusunu acmasina direnen Ozbekler de , kadin olsun erkek olsun, sutten cikmis ak kasik degil acilan sacilan hatunlari tecavuzle olumle tehdit etmisler acilan kadinlara orospu gozu ile bakmislar. Bunun sirf dini sebepleri yok aslinda. Niye kadinlarin acilmasina bu kadar direnmislerdi?
Cunku acilmak onlar icin kimligini kaybetmek, ruslasmak, islamdan cikmayi bir kenara birakin Ozbekligi unutmak demekti. Acilmaya direnmek bir ozgurluk direnisi anlamina gelmeye baslamisti. acilanlar da veya annesinin kizinin esinin acilmasina ses cikartmayanlarda isbirlikci vatan hainleriydiler. Cok ilginc bir mucadele yolu gercekten.

Ozbeklerin paranji dedikleri at kilindan mamul bir ortu Stalin doneminde saldiriya maruz kalmis fakat Bolsevik butun gayretlerine ragmen Ozbek halkini bundan vazgecirememisti. Ilginc bir sey daha o doneme iliskin. Ortunmek Stalin doneminde kanun yolu ile yasaklanmamisti.

Dogrusu Stalin ve efradi ulkeyi hizli bir sanayilesme hamlesinin icine atabilmisti. Kollektiflestirmeyi de buyuk bir basari ile milyonlarca oluye ve onmilyonlrca insanin isyanina ragmen gerceklestirebilmisti ama nedense bu ortunme konusunda oldukca cekimser davraniyor bir turlu kanunlastirmiyordu ortu yasagini.

Arada baska komunist aktivistlerde ortaya cikip kanun yolu ile yasaklandigi ve de bu yasagin uygulanmadigi takdirde sovyet otoritesi buyuk yara alip halkin gozunden dusebilir korkusu ile acilma mevzusunu zamana yaymayi tavsiye ediyorlardi ve gercekten de oyle oldu aslinda. Ikinci Dunya Savasi sebebiyle Moskova agir sanayi fabrikalarini Orta Asyaya, cepheden uzak bolgeye tasimaya baslamisti ve Orta Asyada kapital yogun yatirimlar hizlanmis ve bu kapital yogun yatirimlari uretime cevirebilecek is gucu rusyadan gonderilmeye baslamisti. Dolayisi ile bir anda Ozbekistanda Ozbek nufusun orani Rus ve Ukraynalilara gore dusmeye basladi. Ozbekistan da hayat daha kozmopolit bir sekle burunmeye ve halk da acik sacik Slav hatunlarinin yaninda acilmakta beis gormemeye basladi.

Ozbek erkegi cepheye gitmisti ve Ozbek kadini da calismak evine bir seyler getirmek zorunda kalinca fabrika ortamina ve dolayisi ile daha bir ozgur ortama kavusacakti. Savas bir yandan milyonlarca insan icin tradeji olurken Ozbek kadinina da nimet olmustu. Savas kosullari altinda kadinlarin acilmasi daha kolay olmustu.

Rusyayi, Dogu Avrupayi, Almanyayi Kizil Orduda asker olarak gorme sansi bulan Ozbek erkekleri ise cepheden donuste kadinlarin acilmasina onceki kadar muhalefet etmemeye baslamisti.

Diger yandan da ortuyu en siddetle savunan din alimler hocalar imamlar ise kolektiflesirme surecinde oldurulmuslerdi veye zaten dogal yollardan olmeye devam ediyorlardi dolayisi ile surec icinde ortunmeye karsi cikan bir sosyal tabaka ortadan kalmisti. 1960'lara kadar artik ortunme diye bir sorun kalmayacakti Ozbek kadini icin.

Peki Stalinin bile cikarmaya cesaret edemedigi ortuyu yasaklayan kanunu kim ne zaman cikardi?

Tabii ki 1990'larda Islam Kerimov.