Sunday, May 27, 2007

Bir baski araci olarak soyunmak

Gene guzide basinimizda soyunuktun giyiniktin muhabbeti girla gitmekte. Sunu yavas yavas anliyorum ki ortulu olmayanlar ustunde buyuk bir psikolojik baski var. Tabii ki bu baskiyi olusturanlar ortululer degil bizzat ortulu olmayanlarin kendi hastalikli ic dunyalarinda olusturduklari bir baski. Anladigim kadari ile ortusuzler kendi hastalikli ic dunyalarindan yarattiklari bu baskiyi ortululere karsi baski araci olarak kullanmaya basladilar. Hic bir zaman bsima gelmedi ama sanirim oldukca sik bir sekilde basortulu bayanlar taciz ediliyorlar. Ayse Arman’a gelen bir mailed sunlar geciyor” Dün iki türbanlı arkadaşımla beraberdim. Ben türban takmıyorum. Starbucks’ta kahve içerken, yan masadan iki tanımadığımız adam seslendi: "Ampüller iyi yanıyor mu? Ama söndürmek lazım!" Masamızda politikadan bahsedilmiyordu bile. Bir arkadaşımızın hasta olduğundan bahsediyorduk. Bir süre sonra kalktık. Çünkü rahatsız olmuştuk. Bu sefer gittiğimiz başka bir cafe’de bir hanımefendi, arkadaşlarıma dönüp dönüp bakmaya başladı. Sanki "Sizin burada ne işiniz var?" der gibiydi. Ben de aynen şöyle diyorum: Hakikaten sıkıldım bu muhabbetten! Türban, laik, anti-laik, dinci, gerici... (Neslihan S.)”
Yani dusunsenize devletin uyguladigi baski yetmiyormus gibi bir de toplumsal baski kurulmaya basortuiluleri hayatin her karesinden silmeye calisiyorlar. Buna sebep aradiginizda karsiniza “ama efendim onlarda basortululeri ile uzerimizde baski olusturuyor” deniliyor. Buna en son ornek de basortusu reklami varmis da billboardlarda orda giyinmek guzeldir deniyormus da efendim basortusuzler kendilerini ciplak hafif hissediyormus. Boyle bir sonuca varmak icin insanin hasta olmasi lazim. Ben zannetmiyorum Turkiyede basortusuzler basortululer kadar taciz edilsin. Ve bu sosyal geginligin sebebi ise sorumsuz art niyetli laikcilik mucahitleri. Cengaver yerine mucahit diyorum cunku laikci kanatta gercekten bir cihat acilmis kendilerine benzemeyenlere karsi. Ve ne yazikki bu cihadin sebeplerini karistirdiginizda onyargilarinin korkularinin ve sorumsuz medya sorumsuz aydin sorumsuz siyasetcilerin insanlari laikci fanatizme itmeleri karsima cikiyor. Bu fanatizmi ortadan kaldirmak nasil mumkun? Sanirim basin aydin siyaset ucgeninin adam olmasindan geciyor bu. Ve bunun da kisa vadede mumkun olacagi yok cunku ortada buyuk bir laikci pazar var. Sirf anti-tesettur tavri ile evini gecindiren yazar cizer gazeteci aydin var yahu bu ulkede.
Su ana kadar basortululerden bir somut saldiri geldi mi insanlarin hayat bicimine dair? Bir kac munferit hadise disinda hayir! O zaman sanal korkularla halki daha nereye kadar kandiracak ne kadar uyutacaksiniz. Sanirim laikci guruhun topluca timarhaneye kapatilmasi gerekiyor. Buluttan nem kapana uygar dunyada pek saglik adam muamelesi yapilmaz bizde bas taci ediliyor.
Ve sunu unutmamak gerekiyor basortusu diye diye toplum uyutuluyor. Milleti basortusu derdi ile oyalarken birileri gene bir yerlerde kirli tezgahini kurmus isini goruyor. Bir felsefe profesoru olan Ahmet Arslan “İnsanlar genel olarak önce inanır, sonra inandıklarına uygun şeyleri düşünür. Elbette her insan böyle olsaydı, o zaman hiçbir gelişme de, bilim de, felsefe de olmazdı.” demisti. Ulkenin geri birakilmasindaki en buyuk etken sanirim bu. Insanlar inandiriliyorlar ve ona uygun davranmalari saglaniyor. Bunun tek cozumu var suphecilik. Yani bana anlatilan her sey dogru mu? supheciligi. Mantik suzgecinden gecirmek olgulari. Peki siz (artik bu yaziyi kim okuyacaksa) hic liselerde mantik dersinin adamdan sayildigini gordunuz mu? O zaman daha bizi cok suya goturup susuz getirirler.

Wednesday, May 02, 2007

Metin Heperin son gelismeler uzerine gorusleri

Asker hükümete bir tür muhtıraya benzer bir şey verdi. Bu, siyaseti nasıl etkileyecek?

Askeri kesimde AK Parti'nin niyetleri bakımından önemli bir rahatsızlık, ciddi bir karamsarlık var. Ben, AK Parti'nin laik düzeni yıkmak gibi bir niyetinin olduğu görüşüne katılmıyorum. Sadece ben değil bir sürü insan buna katılmıyor. Meseleyi yakından inceleyen ve tarafsız kalmaya çalışanlar, AK Parti'nin devleti İslamileştirme niyetinin olmadığını ve iktidarda şu ana kadar yaptıklarını görüyorlar. AK Parti'lilerin laik düzeni yıkmak ve Türkiye'yi İslamileştirmek gibi bir niyetleri yok.

Geçmişte de mi böyle bir niyetleri yoktu?

Bu insanlar değiştiler. Ama kendilerindeki değişimi kabul edenler, eskiden İslamcı saydıkları kişilerin değişebileceğini kabul etmiyorlar. Doğrusu bu normal olmayan bir durum. Türkiye'de nasıl bazı insanlar değiştiyse, mesela eski bir Maoist bugün liberal görüşleri savunuyorsa ve Zaman gazetesinde yazabiliyorsa, eskiden İslamcı olduğu düşünülen insanlar da bugün liberal olabilirler. Kim bilir belki de o Maoist dediklerimiz, geçmişte bizim zannettiğimiz kadar Maoist değildi Biraz serinkanlı olmak lazım.

AK Parti'liler de zannettiğimiz kadar İslamcı değiller miydi geçmişte demek istiyorsunuz?

Evet, zannettiğimiz gibi İslamcı değillerdi. Başka bazı sosyal bilimciler de böyle düşünüyor. Bundan sonra AK Parti'liler yollarına devam edecekler ve cumhurbaşkanını seçtirmeye çalışacaklar. Laiklik konusunda da yanlış bir adım atmayacaklar. Şimdiye kadar da atmadılar zaten.

Sizce askerin muhtırası, bundan sonra siyasetin normal işlemesine imkân verecek mi? Kim hangi siyasi hamleyi yapabilecek bu muhtıradan sonra?

Muhtırayı okursanız, bir olay hariç, hükümetin kendisinden kaynaklanan olaylardan bahsetmiyor. Sağda solda bazı laiklik karşıtı olaylardan söz ediyor ve'bu konuda hükümet daha dikkatli olmalı' diyor. Hükümet de daha dikkatli olursa, mesele büyümez.

Askerin muhtırasında, 'Cumhurbaşkanlığı seçimi laiklik tartışmasına odaklandı' diye bir gerekçe sunuluyor. Sizce cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde 'laiklik tartışması' yapıldı mı gerçekten?

AK Parti ve Erdoğan bu süreçte laiklik tartışması yapmadı. Cumhurbaşkanlığı seçimini bir laiklik meselesi haline CHP getirdi. Meclis Başkanı Bülent Arınç ise bazen bir şey söylüyor, sonra başka şey. Aslında ileriye dönük bir tahminde bulunmak için Recep Tayyip Erdoğan'a, Abdullah Gül'e ve onların çevrelerine bakmak lazım. O insanlar laiklik konularında şimdiye kadar çok dikkatli hareket ettiler. Bundan sonra da öyle hareket etmemeleri için bir neden yok. Ayrıca Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt daha bir hafta önce 'Cumhurbaşkanlığı seçiminde son söz Büyük Millet Meclisi'nindir' dedi. Şimdi birdenbire dönüp başka bir şey söylemesi için ben bir neden görmüyorum. Ordu laikliğin elden gidip gitmediğini ne kadar düşünüyor... Niye muhtıra veriyor... Ordu içindeki dinamikler nelerdir...

Bu muhtıra, ordunun kendi içindeki bir kesimin rahatsızlığını yatıştırma girişimi de olabilir mi?

Olabilir. Ordu içinde bazıları böyle bir hükümeti tehlikeli görüyorlardır. Genelkurmay Başkanı'nın önceki beyanatlarına da biraz bu açıdan bakılmalı. Laiklik tehlikede dediği zaman gerçekten kendisi de böyle mi düşünüyor yoksa biraz ordunun içine mi sesleniyor? Yabancılar buna 'tribüne oynamak' derler. Acaba öyle mi? Çünkü ordunun müdahale etmesinin Türkiye'ye zarar vereceğini düşünenler artık ordunun içinde de bulunmaya ve üst kademelerde yer almaya başladı. Mesela önceki Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, bir yandan Türkiye'nin AB üyesi olmasına ve ordunun biraz daha ikinci plana çekilmesine taraftardı. Hatta, 'Bizim subaylarımız bu konularda biraz daha değişik düşünmeye alışmalılar' diyerek, Atatürkçülüğün yeniden yorumlanması ve askeri okullarda ders programlarının değiştirilmesi gerektiğini de söyledi. Ama Özkök, diğer yandan da hükümete karşı bazı sert açıklamalar yaptı.

Niye?

Bu tür sert çıkışlarla Özkök, laikliğin bu hükümetle tehlike altında olduğunu düşünen subaylara şunu söylemek istiyordu. 'Laiklik konusu evet ciddidir. Ordu asla laikliğe ilgisiz kalamaz. Biz bu hükümeti bu konuda büyük bir tehlike olarak görmüyoruz ama herhangi bir şey yaparlarsa tedbirleri alır, bu girişimleri önleriz. Ama demokrasi de önemlidir. Hükümetler gerekli tedbirleri alsınlar ve bu iş kötü bir mecraya sürüklenmesin' demek istiyordu. Yani 'Bitti, bu hükümet gitsin başkası gelsin' gibi bir şey söylemiyordu. Askerin son açıklaması da böyle.

Nasıl?

Bu muhtırada demokrasi kelimesi kullanılmıyor ama, hükümetle ilgili 'Bu iş bitmiştir' de demiyor. Bu iş bitmiştir de diyebilirdi. Ayrıca bu muhtıra Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı verilmedi. Çünkü o zaman ordu boğazına kadar günlük politikaya batmış olur ki, ordu bunu istemiyor. Asker, prensipler düzeyinde kalmak istiyor. Türkiye'de laiklik meselesinin tartışılmasını istemiyor. Bu muhtıra, 'Merak etmeyin biz bu konuda görevimizin başındayız' diyerek askerin kendi içine bir mesajı da olabilir.

Peki Anayasa Mahkemesi'nin kararı askerin bu açıklamasından sonra nasıl etkilenir sizce?

Anayasa Mahkemesi üyeleri meseleye bir hukuk meselesi olarak bakarlarsa, CHP'nin isteğini kabul etmemeleri gerekir Ama 'Bu mesele bir memleket meselesidir. Bu konunun hukuki olduğu kadar siyasi yönü de vardır. Biz siyasi yönü göz ardı edemeyiz' derlerse, o zaman CHP'nin istediği yönde karar verilir. Ordunun son açıklaması bu kararı biraz güçlendirecek.

O zaman bundan sonra halk Anayasa Mahkemesi'nin objektif olduğunu düşünebilir mi? Mahkeme'nin kararlarının objektifliği konusunda bir şüphe uyanmaz mı halkta?

İnsanlar bu ülkede ikiye bölündü. Bazılarımız, 'prensipti, hukuktu, kazanılmış haktı', bütün bunları büyük bir tehlike olarak görüyor. 'Laiklik elden gidiyor. Laik cumhuriyet İslami cumhuriyete doğru sürükleniyor' diyerek, bunu önlemek için bedeli ne olursa olsun her çareyi geçerli kabul ediyor.

Peki Türkiye yeni bir 28 Şubat süreci yaşar mı? Askerlerin denetiminde bir hükümet oluşur mu?

Hayır. Bu hükümet, bu kadro dikkatsiz bir hareket yapmayacak. Anayasa Mahkemesi bir karar verecek ve o karara göre AK Parti ya seçime gidecek ya da Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilecek. Eğer hükümet askerin söylediği konulara biraz daha dikkat ederse, Türkiye yoluna devam eder.

Yapılacak seçimlerin sonucunda AK Parti oylarını artırırsa, asker ne yapacak? Bu oy artışının nasıl bir mesaj olduğuna karar verecek?

Hiçbir şey yapmaz. AK Parti tekrar hükümeti kurar. Asker de gene gidişata bakar. 83 seçimlerini hatırlayın. Asker Anavatan'a karşı olduğunu açıkladı. Ama seçimler yapıldı, Anavatan kazandı. Özal başbakanlığı almak için Çankaya'ya çıktı. Üstelik Evren'i de kucakladı. Türkiye'de o kadar demokrasi yerleşti artık.

Peki... Biraz kabaca oynanıyor da olsa bir tür siyasi satranç izliyoruz Çankaya konusunda. CHP, Erdoğan'ı seçtirmeyeceğiz, dedi, aylarca Erdoğan konusu konuşuldu. Sonra aniden AK Parti, Abdullah Gül'ü aday gösterdi. CHP niye Erdoğan'ın üstüne gitti, AK Parti niye Gül'ü aday gösterdi?

Türkiye'de insanlar, AK Parti'ye bu parti bizi adam yerine koyuyor, bizim gerçek sorunlarımızla ilgileniyor diye oy veriyor. Üstelik sadece dinciler değil, dindarlar da, dindar olmayanlar da bu partiye oy veriyor. AK Parti'liler zaten dinci değiller. Bunlar dindar insanlar ve laik bir politika yürütüyorlar. Ama CHP'nin temsil ettiği bir görüş, bir 'malum korku' var bu ülkede.

Malum korku nedir?

Eğer bir insan Müslümansa... Yani Müslüman gibi davranıyorsa, namaz kılıyorsa, eşinin başı örtülüyse ve zaman zaman Müslümanlık'tan çıkardığı bazı değerlere atıfta bulunuyorsa, bu insanın laik bir politika izlemesine imkân yok. Bu insan muhakkak dine dayalı bir devlete doğru toplumu sürüklemeye çalışır. İşte biz aslında böyle bir eğitim gördük Türkiye'de. İsrailli bir yazarın 'Öğreten devlet' diye bir kitabı çıktı yeni. Yazar, 'Türkiye'de insanlar öyle bir eğitim gördüler ki, dinle uzaktan yakından bir ilişkisi varsa, o insan ilerici olamaz, rasyonel düşünemez, o insan gericidir ve cumhuriyeti bugünkü değerlerinden uzaklaştırır diye bir inanış var' diyor.

AK Parti'nin önde gelenleri, 'Biz değiştik' diyerek bu partiyi kurdular. Değiştiklerine göre, demek ki daha önce dindar değil, dincilermiş, hedefleri de bir İslam devleti kurmakmış. 'Değiştik' demelerinden bu anlaşılmıyor mu?

Ben o yoruma katılmıyorum. Bu insanlar nede değiştiler biliyor musunuz? Terminolojide değiştiler. Erdoğan eskiden Rize'den İstanbul'a göç etmesine, 'Hicret ettik' diyordu. Şimdi 'Taşındık' diyor. Erdoğan terminolojisini, kullandığı sözcükleri değiştirdi. Yoksa onun düşüncesi hiçbir zaman din devleti kurmak değildi. Gerek Erdoğan gerek Gül, İslam'ı kişisel düzeyde ele alıyorlar. Hiçbir zaman Medeni Kanun'u değiştirmeyi düşünmüyorlar.

AK Parti hükümeti döneminde zinayı suç sayma, çocuk kitaplarına tuhaf bilgiler koyma, şehirlerde kırmızı noktalar oluşturup içkiyi yasaklama gibi girişimler oldu. Bunlar dini, kişisel düzeyde yaşamanın örnekleri ve girişimleri midir sizce?

İki şeyi birbirinden ayırmak gerekir. Erdoğan, Gül ve Abdüllatif Şener gibi bir üst kademesi var partinin. Esas itibarıyla bunlar karar veriyorlar. Meclis Başkanı Arınç arada sırada çıkışlar yapıyor ama cumhurbaşkanlığı meselesi hariç onun görüşleri hiç hâkim olmadı AK Parti'de. Partide elbette eski görüşten insanlar var. Onlar zaman zaman bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Belediyeler düzeyinde de yapıyorlar ama böyle abuk sabuk işler yapıldığında Erdoğan ve üst kademe devreye giriyor, bu girişimlere son veriyor. Bu önemli. Her yapılan üst kademeye mal edilmemeli.

AK Parti'li birinin Çankaya'ya çıkmasına karşı çıkanlar, 'Bütün toplumu kucaklayan birisi olmalı Çankaya'da' diyorlar. Bunu söyleyenler Cumhurbaşkanı Sezer'i de çok övüyorlar. Sezer bütün toplumu kucaklayan biri miydi?

Değil tabii. Sezer CHP'li.

Sezer'i 'toplumu kucaklayan' cumhurbaşkanı, AK Parti'li Erdoğan'ı ya da Gül'ü de 'toplumu kucaklamayan' biri olarak nitelersek... 'Çankaya'ya bize benzeyen biri çıkmalı' türünden bir dayatma olmaz mı bu? Yani bir anlamda, 'CHP'liler Çankaya'ya çıkabilir, AK Parti'liler çıkamaz' türünden bir bölücülüğe saplanmaz mıyız?

Kesinlikle... Geçenlerde bir dergide bir yazar 'Kemalizm Türkiye'de başarılı oldu. Çünkü sonunda AK Parti'nin iktidar olmasına yol açtı. Bu iyi bir şey. Bu insanlar başa geldiler ve laik esaslara göre hareket ediyorlar. Ekonomide, dış politikada başarılı oldular. Atatürk hayatta olsa, bugün yapılanları yapacaktı' diyordu. Katılıyorum.

AK Parti'nin devlette yoğun bir şekilde kadrolaştığı inkâr edilemez. Kadrolaşma için ne diyorsunuz?

2003 seçimlerinden sonra Yargıtay üyesi bir hâkim bana, 'Biz bunlara göz açtırmayacağız' dedi. Bir hâkim ne insanlara göz açtırmak ne de açtırmamak yetkisine sahip. O, önündeki dosyaya bakacak. Bakın... Türkiye'de ilk kez, İslamcı olarak bilinen bir parti tek başına iktidara geldi. 1923'ten beri bürokrasi hiç böyle bir partiyle çalışmadı. İş yapabilmek için bürokraside değişiklikler yapmanız gerekir. AB sürecine, ekonomiye, yabancı sermaye girişine, dış politikaya baktığınızda, bu yeni atananlar başarılılar. İşler iyi gidiyor. Demek ki, dindar da olsalar bu insanlar ehliyetliler. AK Parti'nin şu ana kadar yaptıklarına bakıldığında, din devleti kurma isteğinin olmadığı görünüyor. AB yolunda ilerlerken din devletine doğru yol almak mümkün mü? Burası din devleti olsa, bizi AB'nin içinde tutarlar mı? Türkiye'de askeri müdahale oldu, bizi Avrupa Konseyi'nden neredeyse çıkarıyorlardı.

AK Parti toplumu kucakladığını iddia ediyor. Peki Türkiye'de bütün kadınlar türbanlı mı ki, Merkez Bankası Başkanlığı dahil her yere eşi türbanlı olanlar atandı hep? AK Parti sadece eşi türbanlıları bir yerlere atayarak toplumu kucaklamış mı oluyor?

Eşi başörtülü olan bir cumhurbaşkanı, başbakan veya bir bakan, laik bir cumhurbaşkanı, başbakan ya da bir bakandan farklı hareket etmiyorsa, eşinin başörtülü olması bizim estetik duygularımızı zedeleyebilir ama Türkiye bundan bir zarar görmez. Üstelik araştırmalar da gösteriyor ki, bu toplumun yüzde 75'inin türbanla bir problemi yok. Başlarını örten insanların çok çok küçük bir bölümü din devleti istiyor. Yani bunların çok çok küçük bir bölümü tehlikeli sayılabilir.

Bir de 367 meselesi var. Parlamentonun 367 üye olmadan Çankaya seçimi için toplanamayacağı söyleniyor. Bu kural bundan önceki hiçbir cumhurbaşkanı için uygulanmamış. Eğer 367 doğru kuralsa 1980 sonrası hiçbir meşru ve yasal cumhurbaşkanımız olmamış anlamına gelmez mi?

Aynen o anlama gelir tabii. Maalesef biz hukuki olması gereken bu analizleri politize ediyoruz.

'AK Parti'nin cumhurbaşkanı seçmek için mutlaka 367 üyeyi bulması gerekir' diyenler, sizce neden bu kuralı Sezer'in ya da Demirel'in seçiminde hatırlamadılar?

Onları laiklik ilkesine tehlike olarak görmediler. AK Parti hükümetini ise tehlikeli görüyorlar. Onun için de anayasayı böyle yorumlamayı tercih ediyorlar. Yoksa Sezer seçilirken 367 aranmadan Meclis toplandı ve Sezer'i seçti. Eğer şimdi 367'yi ararsak, Sezer'in cumhurbaşkanlığını ve bütün yaptığı şeyleri iptal etmemiz gerekir.

Bir devlet için hukuk ve ilkeler mi önemli? Yoksa asker-sivil bürokrasinin kucaklayacağı bir cumhurbaşkanına sahip olmak mı?

Biz politikamızı Türkiye'nin İslam'a kaymasına odakladık. Ama Türkiye İslam'a kayamaz. Çünkü araştırmalar gösteriyor ki bizde halk bir partiye dinci diye oy vermiyor. Kendisine hizmet ederse oy veriyor. Oy almak için İslam adına bir şeyler yaparsanız gelecek seçimde bu ülkede oy alamazsınız. İki, Türkiye, AB'ye girmeye çalışıyor. Türkiye İslam'a kayarsa, onu AB'den atarlar. Ayrıca yabancı sermaye gelişi de durur. Bir parça aklınız varsa, hiçbir ilkeniz olmasa bile, en azından iktidarda kalmak için İslam'a doğru gitmezsiniz. Çünkü bu ülkede askerin müdahalesinden önce başka dinamikler var. Küreselleşen dünyada artık kendi başımıza değiliz. Dünya bizim aleyhimize karar verirse hiç de iyi şeyler olmaz.